EKOLOJİK-DEMOKRATİK-KOMÜNAL EKONOMİDE TEMEL KAVRAMLAR
31 Adar 2014 Duşem
Evrenin milyarlarca yıllık oluşum süreci ve toplumun yüzbinlerce yıllık emeğinin sonucu olan ekonomik değerler, maddi ölçülerle hesaplanamaz
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi
Ekonomi, toplumun temel faaliyetlerinden ve yaşamsal alanlarından biri olup, amacı toplumsal ihtiyaçların karşılanmasıdır. Bu gerçekliğe bağlı olarak ekonomi kapsamına giren birçok kavram ve ilişki de gerçekte toplumun yaratımıdır. Ancak daha sonra devletçi güçler bunları gasp ederek kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemişlerdir. Ekonomiyle ilgili görünen birçok kavram ve ilişki ise, gerçekte sermaye-iktidar tekellerinin icatlarıdır. Ekonominin özüyle ilgileri yoktur. Zihniyet çarpıtması, sömürü ve talanı örtme, meşrulaştırma ve derinleştirme dışında herhangi bir değerleri yoktur.
Demokratik modernitede ekonomi alanı yeniden inşa edilirken, gerçekte ekonomiyle ilgili olan ve olmayan bu kavram ve ilişkiler yeniden ele alınmak, ayrıştırılmak, yeniden düzenlenmek ve gerçek anlamlarına kavuşturulmak durumundadırlar.
I-Komünalite
Tüm ekonomik faaliyetlerde toplumsal ihtiyaçları karşılama ve doğayla uyum, esas alınacak temel ölçülerdir. Bu ölçüler ancak ekonomik alanın toplum tarafından kararlaştırılacak, gerçekleştirilecek, denetlenecek ve toplumun temel ihtiyaçlarına cevap olabilecek tarzda yeniden düzenlenmesiyle hayata geçirilebilir. Bu temelde doğrudan, radikal, derin ve katılımcı demokrasi anlayışı ekonomide esas alınır. Böylece üretim dallarının her biri ve toplumun örgütlenmesi güçlendirilir.
Ekonomik alanda ortak yaşam, toplumun diğer alanlarında da geliştirilebilir. Bütünsellik; emek, zaman, değer, enerji ve doğal kaynakların israfını engellediği gibi ürünlerin kaliteli, sağlıklı, çeşitli, işlevsel, estetik olmalarını da sağlar.
II-Emek ve Değer
Toplumsal değerlerin (bu arada metalar da dâhil) ölçülebileceğinden kuşkuluyum. Yalnız canlı emeğin değil, sayılması olanaksız emeklerin ürünü olan bir maddeyi bir kişinin emeğinin değeri saymanın kendisi yanlışlık olup, değer gaspı ve hırsızlığın önünü açan bir yaklaşımdır.(1)
Evrenin milyarlarca yıllık oluşum süreci ve toplumun yüzbinlerce yıllık emeğinin sonucu olan ekonomik değerler, maddi ölçülerle hesaplanamaz. Hele bu değerlerin ekonomi dışı güçler tarafından belirlenmesi, ancak ekonominin işgali anlamına gelir. Emeği ve yarattığı değerleri ölçmeye yabancı olan doğal toplum, milyonlarca yıllık süre boyunca ekonomiyi kutsallıklar üzerine inşa etmiş; emek-değerin merkezine armağanı, sevgiyi, saygıyı, maneviyatı koymuştur. Değişimle birlikte emek-değerin maddiyatla ölçülmesi yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Bu da ekonomik faaliyetlerin ve ortaya çıkarılan değerlerin kutsallığında önemli bir zayıflamaya yol açmıştır. Ancak, toplumun ekonomi üzerindeki denetimi sürdükçe, emek-değer ile aralarındaki ilişkileri tanımlamada da toplum kendi ağırlığını korumuştur. Kapitalist modernite ile birlikte, emek-değer tanımının özü boşaltılarak, tamamen toplum ve doğa karşıtı bir tanımlama ve ilişki düzenlemesi egemen kılınmıştır.
Ekolojik-demokratik-komünal ekonominin çözümlediği konuların başında emek ve değerin tanımlanması gelmektedir. Emek-değerin kendisiyle birlikte, esasta nasıl ve kimler tarafından tanımlandıkları belirleyicidir. Zaman-mekanı ve maddi sonucu belirlenmiş dar emek tanımı aşılmak durumundadır. Bununla birlikte ekonomik varlıkların ve yaratımların değişim değerine, maliyete, pazara, paraya göre ve maddi ölçülerle kıyaslanması yaklaşımı da kabul edilemez.
Emek-değer arasındaki ilişkinin paraya dayandırılması veya maddiyatla ölçülmesi, özü itibariyle her ikisinin inkarı anlamını taşır. Emeğin ücret karşılığı satılması sömürü ve talana ortak olunması; onurun, özgürlüğün ve insan olma erdeminin da satılması demektir. Bu temelde işçileştirmeye ve işsizleştirmeye karşı etkin mücadele esastır. Ana emeği, en kutsal emek olarak görülür; Ana hakkı ödenmez söylemi Ana hakkı maddiyatla ölçülemeyecek kadar büyüktür biçiminde yorumlanmalı ve bu kutsallığa saygılı davranılmalıdır.
Emeğin, kendisiyle birlikte neye ve nasıl hizmet ettiği de belirleyici önem arz eder. Emeğin üretici, yaratıcı, bilinçli, bütüncül ve toplumsal ihtiyaçlara cevap verecek düzeyde olması esas alınır. Sadece maddi değer yaratan emeği veya salt fiziki emeği emek olarak görmez. Topluma hizmet ettiği ve doğayla uyumlu olduğu oranda emeğin tüm biçimlerini değerli görür. Bireyin, ancak üyesi olduğu toplumla birlikte fiziksel ve anlamsal varlığını sürdürebileceğinden hareketle, bireyin emeğini toplumsal emekle birlikte ele alır. Bilinçli, üretici, yaratıcı, örgütlü, özgürleştirici ve toplumsal emek esas alınır.
Toplumun, çalışabilecek durumda olan tüm üyeleri, ekonomik faaliyetlere kendi özgünlükleri ve toplumsal ihtiyaçlar temelinde katılırlar. Kadının, yaşamın ve toplumsallığın devamı için gerçekleştirdiği tüm faaliyetler ekonomik çalışma olarak değerlendirilir. Çocukların emeğinin sömürülmesini, doğal-fiziksel gelişmelerini engelleyecek şekilde çalıştırılmalarını kabul etmez ve buna karşı mücadele yürütür. Ancak çocukların evde, tarlada dükkanda veya herhangi bir yerde ücret almadan yaptıkları işler de ekonomik çalışma olarak görülür.
Sadece ücret karşılığı gerçekleştirilen ve somut olarak bir ekonomik hizmet ve ürün ortaya çıkaran değil, toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamaya dönük tüm faaliyetler ekonomik çalışma olarak değerlendirilir. Bu çerçevede çalışma alanı yeniden düzenlenerek, başta tarımsal ve ekolojik alanlar olmak üzere bir çok yeni çalışma alanı yaratılır. Bu biçimde işsizliğin önüne geçilmesi ve ekonomik kaynakların artırılması hedeflenir.
Bu çerçevede çalışmak; üretime, yaratıma, güzelleştirmeye, manevi-maddi anlamda zenginleşmeye ve özgürleşmeye yol açan; zevk, coşku ve istemle gerçekleştirilen bir faaliyet haline gelir.
Duygu ve düşüncenin hem büyük emek oldukları, hem de bunların ancak emekle eyleme ve biçime kavuşabildikleri inkar edilemez. Yaşam, toplum ve insanın varlıkları emeğin sonucu olduğu gibi, varlıklarının anlamlı sürdürülmesi de emeğin neye göre, hangi amaçla, nasıl değerlendirildiğine bağlıdır.
Emek ve değer, sadece insan ve topluma has değildir. Bir atomun oluşumuna yol açan his, sezgi, muazzam hareketlilik ve enerji dikkate alınırsa, gözle görülemeyen varlıkların bile ölçülemeyecek büyüklükte emeklerin sonucu olduğu ortaya çıkar. Doğaya saygı, bir yanıyla da bu emeğe ve onun sonucu ortaya çıkan değerlere saygıdır.
İnsanın, kendi varlığını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu imkanlar da yine evrensel emeğin sonucunda ortaya çıkmışlardır. Doğru emek-değer anlayışı, evrensel emek-değerin varlığını kabul eder ve saygı duyar. Soyut ve somut, tikel ve evrensel emek bir bütünlük içinde ele alınır.
Toplumun ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan ve toplum tarafından belirlenen kullanım değeri esas alınır. Toplumsal olmak kaydıyla tüm ekonomik faaliyetler değerlidir. Ancak beslenme, barınma ve sağlık alanları başta olmak üzere temel ihtiyaçlara dönük ekonomik faaliyetlere öncelik verilir.
III-Mülkiyet
Demokratik modernite, tarih boyunca komünal varlığını hiçbir zaman yitirmemiştir. Topluluk temelli mülkiyeti modern koşullarda yeniden ahlaki ve politik toplumun temeline yerleştirerek, tarihsel rolünü bu konuda da başarıyla oynayabilecek durumdadır.(2)
Özel mülkiyetçilik ile devlet mülkiyetçiliği, birbirinden farklı görünseler de aslında birbirlerini tamamlarlar. Çünkü her iki mülkiyet biçiminde de; doğanın sunduğu imkanlar ve toplumun yarattığı değerler nesne ve araç olarak görülür; bunlar üzerinde tahakküm kurma amaçlanır.
Bir kişinin veya grubun mülkiyet olarak gördüğü üretim aracı veya doğal zenginlik, toplumsal faaliyetten koparıldığından, işlevselliğini ve verimliliğini de yitirmekte. Bununla birlikte, üretim dengesizliğine ve tüketime yol açmaktadır.
Doğanın sunduğu imkanlar ve toplumun yaratımlarının mülk olarak görülmesi ahlaki değildir. Tüm varlıkların aynı doğayı ve eko-sistemi paylaştıkları; ekonomik değerlerin ve üretim araçlarının da toplumsal emeğin sonucu oldukları gerçeğine göre hareket edilir. Bir ekonomik değer üzerinde mülkiyet değil, kullanım hakkı -o da bir yere kadar- kabul edilebilir.
Bir topluluk beslenme, barınma, korunma, ulaşım gibi kendi yaşamsal gereksinimleri üzerinde elbette kendisi karar verir. Buna aynı içerik ve kapsamdaki üretim araçları da dahil edilebilir.
Üretimi, kullanımı ve yol açtığı sonuçlar itibariyle bir topluluğu veya bireyi aşan üretim araçları ve doğal değerler ise söz konusu topluluk ile onun, içinde yer aldığı toplumsal bütün tarafından ortak biçimde denetlenir ve değerlendirilir. Örneğin bir ırmak, o ırmak havzasında yaşayan halklar ve genel olarak toplumun denetiminde olmalıdır. Bir maden veya endüstriyel madde yatağı, söz konusu bölgedeki halkın denetiminde olur. Su, orman gibi doğal varlıklar tüm insanlığın, üzerinde söz sahibi olabileceği ve kesinlikle bir kişinin veya grubun tasarrufuna bırakılamayacak değerler olarak görülür ve ticarileştirilemez.
Varlıksal olarak mülkiyet reddedilirken, toplumsal kullanım ve tasarruf hakkı esas alınır. Kullanım ve tasarrufun ilkeleri, toplumun ahlaki-politik dokuları ve kurumları tarafından belirlenir. Bu temelde başkalarının haklarını ve emeklerini gasp etmeme, doğaya ve toplumsal değerlere saygı esas alınır.
IV-Pazar
Ekonomik ilişkilerin bir sonucu olan pazar, özü itibariyle toplumsal bir yaratımdır. Pazar, ekonomiyle birlikte sosyal-kültürel gelişimde de büyük rol sahibidir.
Devlet-iktidar güçleri, pazarı kendi denetimlerine alınca, onu yeniden kurgulamışlar ve toplumsal değerlere el koymanın aracı haline getirmişlerdir.
Demokratik modernitede pazar, ekonomik alan ekseninde olmakla birlikte, toplumsallığın güçlendirilmesinde en önemli dinamiklerden biri olarak ele alınır. Pazar hem bir kültür yaratımı, hem toplumsal ilişki, hem de mekan olarak değerlendirilir. Pazarın, sadece ürün değişim mekanı ve ilişkileri olarak görme anlayışını terk etmek zorundayız. İnsanlar, topluluklar ve halklar arasında ekonomik değer ve ürün alışverişi pazar ile gerçekleşir. Ancak pazarda, aynı zamanda duygular, fikirler, manevi değerler de buluşur ve paylaşılırlar. Kaldı ki, ekonomik değerlerin paylaşımı, ancak maneviyat ve zihniyetteki paylaşımla birlikte sağlıklı, verimli ve gerçek anlamda ihtiyaca cevap olacak düzeyde gelişebilir.
Pazarın, tekrar kendi özüne kavuşturulması için, her şeyden önce ekonominin toplum ve ekonomi karşıtı güçlerin denetiminden çıkarılması gerekir. Bu da ancak, ekonominin yeniden gerçek anlamda toplumsallaştırılması; toplumun doğrudan, tam ve etkin denetimine alınmasıyla mümkündür. Toplum, yaşamsal gereksinimlerin çeşidi, miktarı, temin etme ve paylaşım kurallarını kendisi belirledikçe, pazar üzerinde de öz-denetimini kurabilecektir.
Toplum, ekonomik üretim ve dağıtımı kendisi belirleyince, ihtiyaç-imkan (arz-talep) arasındaki dengesizlikler ortadan kalkacak; insanlar için çok önemli olup da pazarda çok az bulunabilen ürünler üzerinden fiyat istismarı yapma, spekülasyon ve tekelciliğin zemini kuruyacaktır.
Pazara giren ürünlere değer biçilmesinde ölçü olarak, değişim değeri değil, kullanım değeri ve ihtiyacı karşılama düzeyi esas alınır. Örneğin, toplumun en fazla neye ihtiyacı varsa, o ürünün istismar ve kazanç nesnesi olarak kullanılmaması için uygun bir maddi değer belirlenerek, insanların söz konusu gereksinimlere yeterince ulaşabilmeleri sağlanır. Kullanım değeri de olsa, ölçülendirmede sadece maddi ölçü esas alınmaz. Ürünlerin ve gereksinimlerin dağıtımında armağan, paylaşım, dayanışma yöntemlerine ağırlık verilir.
Pazarlar, topluluklarının kendine yeterli olmalarında önemli dinamiklerden biridir. Buna rağmen pazar bir bölge, topluluk veya halk ile sınırlandırılamaz. Herhangi bir topluluk veya bölge, kendi pazarını oluştururken, diğer toplulukları veya bölgeleri ilgilendiren kararlar birlikte alınır ve hayata geçirilir. Pazar, kimleri ve hangi alanı kapsıyorsa onlar tarafından ortaklaşa inşa edilir, ilkeleri, kuralları belirlenir ve uygulanır.
Sermaye-iktidar güçlerinin serbest pazar olgusunun, gerçekte ekonomideki özgürlüğün karşıtlığı, tekelleşmenin güvencesi ve meşruiyet sağlama aracı olduğu açıktır.
Pazar anlayışımız ekolojik-demokratik-komünal yaşamın ve ekonominin geliştirildiği; gerçek anlamda özgür ve adil ticaretin, ahlakı temel alan paylaşımın, farklılıkların varlığını tanıyan bir eşitlik anlayışının esas alındığı ekonomik ilişkiler ve mekanlardır.
Aşırı yerellik, kapalılık, aşırı merkeziyetçilik ve yerellikten kopuk evrensel teklik iddiasındaki pazar anlayışları kabul edilemez. Farklı komünler, kooperatifler, yerleşim birimleri, bölgeler veya kıtalar arasında demokratik-komünal-konfederal pazarlar oluşturulabilir.
V-Para
Paranın, toplumsal yaşamı kolaylaştırmanın bir aracı olarak icad edildiği belirtilir. Halbuki, gerek paranın temeli olan değişim değeri ve gerekse de paranın nasıl ortaya çıktığına baktığımızda bu görüşün doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Hele hele kapitalist modernitede neredeyse her şeye komuta eden bir güç haline getirildiği düşünülürse, paranın faydadan çok daha fazla zararı olduğu anlaşılır. Paranın gerçekte ne olduğunu iyi bilen toplum, onu; Paranın namusu olsaydı elden ele dolaşır mıydı ? halk deyişiyle tanımlamıştır.
Para, tüm varlıkların; bir bütün olarak doğanın, manevi ve maddi kültürün meta olarak görülmesinde belirleyici hale getirilmiştir. Ekonomi ekseninde geliştirilen toplumsal ilişkilerin ortadan kalkmasında, bir ekonomik değerin yaratılmasını sağlayan emeğin inkar edilmesinde para aynı role sahiptir.
Demokratik-Komünal ekonomi, para konusunda da çözüm üretmek zorundadır. Her şeyden önce, paranın olmadığı bir yaşamın ve ekonominin mümkün olmadığını ileri süren dogma kırılmalı; bu konuda inanç ve karar sahibi olunmalıdır. Toplumsal sürenin yüzde doksan sekizlik bölümünün para olmadan gerçekleşmiş olması ve bu uzun zaman boyunca ciddi ekonomik sorunlarla karşılaşılmaması, bu hedefin ütopya olmadığına; ulaşılmış ve ulaşılabilir olduğuna işaret eder. Kaldı ki günümüzde de ekonomik alanın önemli bir bölümünde, birçok topluluğun yaşamında ve ekonomisinde para etkisizdir.
Paranın duygu, düşünce ve davranış üzerinde yarattığı tahribat sorgulanmadan, onun yaşam ve ekonomi üzerindeki egemenliğini ortadan kaldırmak mümkün değildir. Paranın insani özelliklerin, toplumsal ilişkilerin ve ahlaki değerlerin üzerindeki aşındırıcı, çürütücü etkileri sorgulanmak ve çözümlenmek zorundadır. Paranın, toplum ve ekonomi üzerindeki tahakkümünün kaynağı, ekonominin toplum ve ekonomi dışı güçlerin egemenliğinde olmasıdır. Öncelikle bu sorunun çözülmesi gerekir. Paranın kaçınılmaz olarak kullanılması durumunda dahi, toplumun tam ve doğrudan denetiminde olmasını; paranın, belirleyen değil kolaylaştırıcı bir araç olmasını sağlamak gerekir. Paranın günümüzdeki rolünün bu sınırı aşmaması hayati önem arz eder. Öncelikle yaşamın tüm alanları ve ekonomik faaliyetler; ekolojik-ekonomik, etik-estetik temelde yeniden tanımlanmalı, kurgulanmalı ve kurulmalıdır. Komünal yaşam ve kolektif üretim kültürü; armağan, paylaşım ve dayanışma gibi temel değerlerin güçlendirilmesiyle, paranın egemenliğinin koşulları ve zemini önemli oranda ortadan kalkabilir.
Bununla birlikte, gerçekte para ile hiç ilgisi olmayan, ama paranın egemenliğine alınmış olan birçok ekonomik faaliyet, toplumsal ilişki ve yaşam alanı paradan arındırılmalıdır. Örneğin sağlık, eğitim, turizm, yeme-içme hizmetleri, sanat, spor gibi birçok toplumsal faaliyet ve alan; paranın tahakkümündeki sektörler olmaktan çıkarılınca hem paranın yaşam ve ekonomi üzerindeki egemenliği büyük oranda sınırlandırılacak, hem komünal yaşam kültürü ve değerleri güçlenecek, hem de söz konusu alanlar ve faaliyetler, öz anlamlarına yeniden kavuşabileceklerdir.
Genel olarak ekonomik alanda paranın kullanımını en aza indirgeyecek politika ve tedbirler hayata geçirilmek durumundadır. Bu temelde değişim değeri, kapitalistik pazar ve paranın yerine, kullanım değerinin ve paylaşımın esas alınması gerekir. Ulaşım ve iletişim başta olmak üzere birçok alanda kooperatifleşme ve topluluk anlayışıyla hareket etme yaygınlaştırılabilir.
VI-Teknoloji
Ekolojik-ekonomik birimleri basit, teknolojiden yoksun birimler olarak düşünmemek gerekir. Gerektiğinde en karmaşık ve gelişkin teknolojiler de ekolojik-ekonomik birim ve birliklerde kullanılabilir. Hatta ekolojik-ekonomik birimler ideal teknoloji birimleridir. Teknolojinin en yararlı toplumsal kullanım alanlarıdır.(3)
Deneyim, bilim ve yöntemin birliğinden oluşan teknoloji, insanlığın milyonlarca yıla dayanan birikimlerinin sonucudur. Teknoloji, insanın ilk basit aletleri kullanmasıyla ortaya çıkmış; tarım-yerleşik yaşam devriminde sıçramalı aşama kaydetmiştir. Bir toplumsal yaratım olan teknoloji, toplumsal yaşamın devamına hizmet eder. Ancak devletçi uygarlık güçlerinin denetimine geçtikten sonra toplum karşıtı bir araç olarak kullanılmış. Kapitalizmle birlikte toplumsal yaşamdan ve ekonomiden kopartılarak sermaye-iktidar tekellerinin hizmetine alınmıştır.
Toplumsal ekonomide teknoloji konformizm, insanı yeteneksizleştirme, işsizleştirme, işlevsizleştirme, doğayı tüketme ve toplum üzerinde egemenlik kurmanın aracı olmaktan çıkarılır. Doğa ve toplum karşıtı konumdan çıkarılarak gerçek anlamda toplumsallaştırılır. Toplumsal ihtiyaçları karşılamayı hedefleyen, doğayla uyumlu, zamanı ve imkanları daha verimli kullanan, yaşamı daha anlamlı kılan, üretimde verimliliğe hizmet eden, bireyin ve toplumun yetenekleri ve yaratıcılığının gelişmesine katkı sunan teknoloji esas alınır.
İnsanların, ihtiyaçları doğrultusunda teknolojiye yeterince ulaşmaları sağlanır. Teknolojiye pozitif bilimci yaklaşımlara karşı mücadele edilerek, geleneksel, yerel ve evrensel teknolojik birikimler bir bütünlük içinde değerlendirilir. Topluma ve doğaya zarar veren, sermaye-iktidar tekellerinin çıkarlarına, çarpıtılmış ihtiyaç algısının toplumda yaygınlaştırılmasına hizmet eden değil; toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamaya dönük teknolojilere öncelik verilir. Bu temelde teknolojinin beslenme, sağlık, barınma, ulaşım, eğitim gibi temel alanlarda yoğunlaştırılmasına ağırlık verilir.
Teknoloji zaman ve mekanda toplumsal ihtiyaçları giderme amacıyla geliştirilmeli ve kullanılmalıdır. Teknoloji, toplum içerisindeki ve insanlar arasındaki ilişkileri engellemeye değil; daha da geliştirilmesine ve yaşam ölçülerinin yükseltilmesine hizmet etmelidir.
VII-Endüstri
Demokratik modernitenin teknik altyapısı ekolojik olmak durumundadır. Ne endüstriyalizm ne de endüstri inkârcılığına kaçmadan geliştirilecek komünal-ekolojik ekonomi, demokratik modernitenin ve demokratik ulusal yaşamın bütünleyici ve sağlam gerçekleştireni olacaktır.(4)
Endüstri deneyim, bilim ve teknolojinin imkanları ile makinalara ağırlık vererek, hızlı ve büyük ölçekli üretim gerçekleştirmek biçiminde tanımlanır.
Endüstriyel üretimde evrensel çapta ilk sıçramalı gelişme tarım-yerleşik yaşam kültüründe gerçekleşmiştir. O dönemde gerçekleşen endüstriyel üretim, toplumun beslenme, barınma ve korunma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamada kendine yeterli olmasını; hatta ürün fazlalığını ortaya çıkarmıştır.
Endüstriyel üretim ekonomide enerji, zaman, kaynak ve emek açısından verimliliği sağlamaktadır. Ancak doğru kullanılmaması halinde doğaya, yaşama ve topluma büyük zararlar verdiği de ortadadır. Sermaye-iktidar tekelleri tarafından toplumun denetiminden çıkarılarak, iktidar ve kâra endekslenen endüstriyel üretim; doğada telafisi mümkün olmayan tahribatlar, maddi üretim dengesizlikleri, işsizliğin artması, kültürel değerlerin ve toplumsal ilişkilerin aşınması gibi büyük yıkımlara yol açmaktadır.
Ekonomik alanla ilgili en büyük algı çarpıtmalardan biri de endüstri kavramı üzerinden gerçekleştirilmektedir. Kapitalist modernite güçleri, endüstriyalizm aldatmacasıyla endüstriyel üretimi tekeline almış, özünden boşaltarak toplum, yaşam ve ekonomi karşıtı konuma getirmiştir. Böylece toplumu, öz-üretim imkanlarından yoksun bırakmıştır.
Toplumsal ekonomi, bir yandan endüstriyalizme karşı mücadele ederken, diğer yandan endüstriyel üretimin doğru biçimde geliştirilmesini hedefler. Bu temelde endüstriyel üretim üzerinde toplumun denetimi sağlanır. Temel ihtiyaçlar temelinde yeniden düzenlenir ve öncelik alanları belirlenir. Endüstriyel üretimde barınma, sağlık, eğitim, ulaşım gibi alanlardaki gereksinimleri temin etmeye öncelik verilir.
Beslenme alanında da toplumsal ihtiyaçlar temelinde endüstriyel üretime yer verilebilir. Ancak besinlerin üretim, işleme ve kullanma sürecinde doğallığının korunması, toplumun gıdaya yeterli ve güvenli ulaşımı ölçülerine uymak zorunludur. Beslenme alanında ev, el ve atölye üretimine ağırlık verilir. Endüstriyel üretimin, insani-toplumsal değerlerin aşınmasına yol açması engellenir; bilakis toplumsallaşmanın korunmasına ve gelişmesine destek olması sağlanır.
Ekolojik ve ekonomik olmak şartıyla, büyük ölçekli endüstriyel üretime de yer verilir. Ancak, küçük ve orta ölçekli endüstriyel üretimin kendisini yaşatmasına ve geliştirmesine imkan tanınır. Topluluklar, kendi ihtiyaçlarını karşılamaya dönük endüstriyel üretim yöntemlerini geliştirirler.
Endüstriyel üretimde ekolojik enerji kaynakları kullanılır. Ekolojiye ve toplum sağlığına olumsuz etkide bulunan fosil yakıtlarla elde edilen enerji biçimleri kaçınılmaz olarak kullanıldığında ise tahribatları en aza indirecek tedbirlerin azami düzeyde alınması zorunlu olmalıdır.
Endüstriyel üretim insanları işsizleştirme, yeteneksizleştirme, manevi ve maddi anlamda çökertme, gerçekte toplumun ihtiyaç duymadığı lüks eşyaların üretimi, toplumu kendi doğasından çıkarma gibi olumsuzluklardan kurtarılır. Bununla bağlantılı olarak endüstriyel üretim emeğin daha yaratıcı, üretken ve özgür kılınmasını hedefler.
Endüstriyel üretimde geri dönüşümlü üretim tekniklerine ağırlık verilir. Ekoloji karşıtı işletmeler ve teknolojilere yer verilmezken ekoloji dostu olanlar esas alınır.
VIII-Kendine yeterlilik
Kapitalist modernite icadı olan Kalkınma kavramı, özü itibariyle sermaye-iktidar tekellerine meşruiyet sağlama amacı taşır.
Doğa, yaşam ve toplum üzerinde gerçekleştirilen talan, yağma ve sömürünün üzeri, kalkınma ve ilerleme kavramlarıyla örtülmektedir. Hatta bu kavramlar altında gerçekleştirilen saldırılar, gelişme ve ilerleme olarak gösterilmektedir. Böylece, insan zihniyeti ve algısı, tarihin hiçbir döneminde görülmeyen bir kurnazlıkla çarpıtılmaktadır.
Toplumsal ekonomi, hakikati örtme ve ekonomik alan üzerindeki sermaye-iktidar tekellerinin egemenliğini meşru kılma amacı taşıyan kalkınma, ilerleme, sürekli büyüme kavramlarını reddeder. Bunlar yerine, toplumun yaşam alanlarının tümünde kendine yeterli olmasını; buna bağlı olarak da ekonomik alanda kendine yeterliliği esas alır. Kendine yeterlilik, herhangi bir üründe sadece kendi ihtiyacı kadar üretme değildir. Bir topluluğun, elindeki ekonomik imkanları doğayla uyumlu olmak şartıyla en verimli düzeyde kullanabilmesidir. Bu temelde başta üretim olmak üzere tüm ekonomik faaliyetlerini örgütleyebilmesidir. Bir topluluk, elde ettiği ürünlerden bir kısmını kendi ihtiyaçları için tahsis eder. Ancak, imkanlarını verimli ve dengeli kullanarak kendi ihtiyacından daha fazla ürün de üretebilir. Bu durumda ortaya çıkan ürün fazlasını kullanarak; kendisi üretemediği gereksinimleri temin eder. Kendine yeterlilik bir topluluğun, diğer toplulukların ihtiyaçlarını üretmemesi, sadece kendisiyle sınırlı kalması anlamına gelmez. Topluluklar, birbirlerinin ihtiyaç duydukları gereksinimleri de üreterek, karşılıklı paylaşırlar. Bu ilke, bir topluluğun yaşadığı bölgedeki doğal zenginliklerin denetlenmesi ve kullanımı konusunda da geçerlidir.
IX-Ticaret
Yaşamsal gereksinim veya ürün paylaşımı üzerinden gelişen ekonomik ilişkiler, toplumsal yaşamın ilk adımlarıyla başlamıştır. Doğal toplum sürecinde, armağan ve karşılık beklemeden dağıtmaya dayalı paylaşım ve ekonomik ilişkiler esas alınmıştır. Bir topluluk içerisindeki ekonomik ilişkiler bu temelde düzenlenmiştir. Topluluklar arası ekonomik ilişkilerde ise bu yöntem varlığını korumakla birlikte, kullanım değerine bağlı ilk ticari ilişkiler ortaya çıkmıştır.
Farklı bölgeler veya topluluklar arasındaki ekonomik ilişkiler ve ürün alış-verişi ekonomi dışı güçlerin denetimine geçince, ticaretin de karakteri değişmiştir. Ticaret, ekonomi dışı güçlerin kâr ve sermaye birikim zemini haline gelince tüccarlar da ilk kapitalistler olarak ortaya çıkmışlardır. Ancak ahlaki-politik dokularını koruyan toplum, tüccarlara kuşkuyla yaklaşmış, sıkı denetim altında tutarak toplumun üzerinde güç olmalarını engellemiştir.
Tüccarlar ilk defa devlete 12.yy.daki İtalyan şehir devletlerinde ortak olmuşlardır. Son iki yüz yıllık dönemde ise ekonomiyi ekonomi olmaktan çıkarmışlardır.
Ekonomik faaliyetlerdeki boşluklara sızan tüccar, tefeci, komisyoncu ve aracı kesimler ekonomik faaliyeti kolaylaştırmanın aksine zorlaştırır ve verimsizliğe yol açar. Üretimden kullanıma kadarki süreçte bu kesimler ne kadar fazla sayıda araya girerlerse, üreticinin maddi kazancı o kadar az; ürünü alan yurttaşın da ödediği fiyat o kadar fazla olmaktadır.
Toplumsal ekonomi, marjinal ve kapalı bir sistem değil; aksine topluluklar ve halklar arasındaki ekonomik ilişkilerin en fazla geliştirileceği ekonomik sistem olmak durumundadır. Ticaret, toplumsal ihtiyaçların karşılanmasına katkı sunması şartıyla kabul edilebilir bir faaliyettir. Ancak burada belirleyici olan, ticaretin kimler tarafından, hangi amaçla ve ölçülerle gerçekleştirildiğidir.
Toplumsal ekonomide ticaret, kapitalistik aşırı kâr ve istismar zemini olarak ele alınamaz. Ekonomik üretim faaliyetleri ticarete hizmet etmek için değil; ticaret ekonomik faaliyetlerin bir sonucu olarak gerçekleşir. Sadece satmak amacıyla değil, ihtiyaç için üretilir; üretilen ürünün ihtiyaçları gidermek için paylaşımında ise ticaret, yöntemlerden biri olarak kullanılır. Ticaret, topluluklar arasındaki ihtiyaç alış-verişini kolaylaştırmanın aracı olarak değerlendirilir. Ticaretin amacı para olmadığı gibi, temel aracı da para değildir. Ticarette paylaşım, karşılıklı yarar, dayanışma gibi yol ve yöntemlere ağırlık verilir.
Ticaret, ekonomik faaliyetlerde verimliliğe, kaynakların israf edilmemesine, yokluğun önüne geçilmesine, insanların yaşamsal gereksinimlere yeterli ve güvenli ulaşmalarına hizmet etmelidir. Bu temelde, üretimden doğrudan kullanıma sunmayı hedefleyen, aradaki mesafeyi en aza indiren, aracı-komisyoncu kesimlere yer vermeyen bir ticaret anlayışı benimsenir.
Ticaretin toplumsal temelde gelişmesi için komünler, kooperatifler ve topluluklar arasında ticari birlikler ve anlaşmalar geliştirilebilir.
X-Maliye, Finans, Bütçe, Sermaye, Vergi, Kâr
a-Maliye: Maliye, eldeki maddi kaynaklar ve elde edilen ürünlerin, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda dağıtımının ve paylaşımının düzenlenmesidir.
Ekonomik faaliyetlerin sonuçlarından biri olan maliye, ekonomi yerine ikame edilemez. Maliye, ekonomik faaliyetlerin yürütülmesi, yönetilmesi, maddi değer veya kazanç elde edilmesi faaliyeti değildir. Maliyenin ekonomi yerine konması, ekonominin özüne ters düştüğü gibi, üretimsizliğe ve ekonomik değerlerin heba olmasına da yol açar.
Maliye faaliyetlerinde her ne biçimde olursa olsun maddi birikim elde etmek amaç edinilemez. Bu yaklaşım, hangi gerekçeyle olursa olsun özünde kâr ve sermaye birikimini hedefler ve iktidarcı-devletçi bir yaklaşımdır.
Maliye faaliyeti, demokratik-komünal ekonominin paradigması ve temel ilkeleriyle tam uyumu esas almak zorundadır. Bu temelde maliye faaliyetleri, toplumun hizmetindeki ekonomik üretimin gelişmesine, maddi imkanların ve ekonomik potansiyelin işletilmesine katkı sunacak şekilde yeniden düzenlenmek durumundadır.
b-Bütçe: Bir topluluk kendi gelir-gider dengesini sağlamak ve ekonomik faaliyetlerini yürütmek için gerekli kaynakları belirlemek amacıyla bütçesini oluşturur. Demokratik-komünal ekonomide bütçe, devletlerde olduğu gibi aşırı merkeziyetçi veya özel sermayede olduğu gibi yatırım-kâr mantığıyla ele alınamaz. Topluluk veya komünün tüm üyeleri bütçenin belirlenmesine, oluşturulmasına ve denetlenmesine aktif katılırlar. Her komün veya topluluk, kendisini doğrudan ilgilendiren ekonomik faaliyetler bünyesinde bütçesini kendisi oluşturur. Ancak diğer komünleri veya toplumları da ilgilendiren konularda ortak bütçe oluşturulur.
c-Finansman ve sermaye: Finansman, bir ekonomik çalışmanın gerçekleştirilmesi için gereken paranın temin edilmesi olarak tanımlanabilir. Kapitalistler, gerek devletler ve gerekse de toplumsal güçlerin finans sıkıntılarını kullanarak kendilerini örgütlü ve etkin bir güç haline getirmişlerdir. Kapitalist modernitenin doğuş aşaması olan merkantilizm (ticari sermayecilik) aynı zamanda finansın da ağırlık kazanmasıdır. Bilimin ve endüstrinin kapitalistlerin tekeline girmesinde de finans sıkıntısı büyük rol oynamıştır.
Neo-liberalizm ise finans-kapitalin egemenliğini ilan ettiği modeldir. Bir ekonomik biçim ve hatta ekonominin kendisi olarak yutturulmaya çalışılan finans-kapital, para ticareti üzerinden güç ve sermaye birikimi elde etme yöntemidir. Hisse senedi, borsa, borç-kredi-faiz gibi uygulamalar bu yöntemin incelikleridir. Kapitalizmin eseri olan devrevi ekonomik krizlerin sık sık yaşanmasının önemli bir nedeni de finans-kapitalin egemenliğidir.
Sermaye, ekonomik faaliyet için temel ve belirleyici faktör olarak değil; bilakis ekonomik faaliyetin sonuçlarından biri olarak ele alınmalıdır. Ekonomik faaliyet olmadan, şirketler ve sermaye oluşamaz. Sermaye ve kapitalistik şirket egemenliği olmadan ise ekonomik faaliyet, özüne uygun biçimde gerçekleştirilebilir.
Toplumsal ekonomi de finansman, finans-kapital olmaktan çıkarılarak ekonomiye hizmet edecek şekilde yeniden düzenlenmek durumundadır. Paraya dayalı finans yerine, ekonomi için gerekli kaynakların doğru, yerinde ve verimli olacak şekilde kullanılması esas alınır. Öz kaynakları kullanma ve kendine yeterlilik ile dayanışma, paylaşma ve diğerlerini tamamlama yaklaşımları birlikte kullanılır. Finans sorununun çözümü için, toplumsal ekonominin değerlerini esas alan kooperatif, banka, fon, sandık gibi kuruluşlar ihtiyaç dahilinde inşa edilebilir.
Kooperatiflerin ve ekonomik komünlerin kurulmalarına, ekonomik proje ve faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için öz-kaynaklara dayalı olmaya ağırlık verilir. Bunun yeterli olmadığı ve ihtiyaç duyulan durumlarda ise topluluğun genel fonundan maddi destek sağlanır.
d-Vergi: Kökeni devletin kuruluşuna dayanan vergi uygulaması, kapitalist modernite ve ulus-devlette tüm toplumu içine alacak şekilde yaygın, etkin ve temel bir devlet politikası olarak hayata geçirilmektedir. Yurttaşların vergi mükellefi olarak görülmesi bu yaklaşımın sonucudur. Yaşamın tüm alanlarında getirilen zorunlu vergilerle toplumun tüm faaliyetlerinden kâr ve sermaye birikimi elde edilir.
Toplumsal ekonominin temeli olan ortaklaşma, paylaşım ve dayanışma gibi değerler vergiyi gereksiz kılar. Ancak topluluğun veya komünün tümünü ilgilendiren büyük ölçekli sorunların çözümü de ayrı bir kaynak gerektirir. Bu çerçevede vergi yerine, Katılım payı uygulaması daha doğru olacaktır. Bir topluluk veya komün, geneli ilgilendiren konulardaki sorunlar ve ihtiyaçlara yönelik, kendi kaynaklarını oluşturur; bu temelde üyelerinden katılım payı alır. Katılım payı, sorunlar ve ihtiyaçların kapsamı, içeriği ve üyelerin özgün koşullarına göre değişik biçimlerde olabilir.
Her bir topluluk, yürüttüğü ekonomik faaliyetler sonucunda elde ettiği maddi değerlerden bir kısmını, toplumun genel ihtiyaçları ve yapılacak çalışmalara tahsis ederek fon oluşturabilir. Oluşturulan fonlar; toplumun güvenlik, altyapı, sağlık, eğitim, enerji gibi genel ihtiyaçlarını karşılamada kullanılır. Her bir komün veya bölge de, bütçesinin bir kısmını, üyesi olduğu toplumun bütçesine tahsis edebilir.
e-Kâr: Değişim değerinin spekülatif olmasına bağlı olarak kâr, istismar ve spekülasyon ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Mal-mal, mal-para, para-para olarak günümüze kadar süregelen kapitalistik birikim, özü itibariyle ekonomik faaliyetlerin, kâr-kazanç konusu edilmesinin sonucudur. Kapitalistik kâr, bireycilik ve rekabetle birleşince ortada ekonomi denebilecek bir faaliyet kalmamaktadır.
Toplumsal ekonomi, istismara dayalı kâr, tekelci kâr ile ekonomik faaliyetlerde kâra öncelik verilmesi yaklaşımlarını reddeder. Ekonomik toplum kapsamına giren kesimlerin faaliyetlerinde ortaya çıkan kârı tümden dışlamaz; adil ticaret çerçevesindeki faaliyetlerde kârı kabul edebilir. Önemli olan, kâr sınırının neye göre, kimler tarafından ve hangi oranda belirlendiğidir. Toplum tarafından sınırları belirlenmek ve denetlenmek şartıyla, ekonomik faaliyetlerin akışı içinde kâr, kabul edilebilir.
Ekonomi alanı kapsamındaki temel kavramlar ve değerleri tanımlamada ilkesel yaklaşım ortaya konmaktadır. Burada, esasta ekonominin kavramsal çerçevesinin yeniden oluşturulması amaç edinilmektedir. Ekonomik alandaki zihniyet ve algı çarpıtmasını aşmak, bu temelde yeni tanımlara ulaşmak çetin ve uzun soluklu bir mücadeleyle gerçekleşebilecektir.
***
Yararlanılan kaynaklar
(1)Abdullah ÖCALAN-UYGARLIK
(2)Abdullah ÖCALAN-ORTADOĞUDA UYGARLIK KRİZİ VE DEMOKRATİK UYGARLIK ÇÖZÜMÜ
(3)Abdullah ÖCALAN-Age.
(4)Abdullah ÖCALAN-Age.