KADINA KARŞI ŞİDDET İDEOLOJİK VE STRATEJİK BİR SAVAŞTIR!
22 Tîrmeh 2014 Sêşem
İlk şiddet, ilk savaş kadın üzerine, kadının kurduğu ilk doğal, özgür, komünal yaşamına karşı yapılır
Dicle TEKMAN
Günümüzde Kadına yönelik şiddet, evrensel bir sorun haline gelirken, bu sorun savaşlarla daha da yaygınlaşarak bir kültür haline dönüşmüştür. Savaşa ilişkin tanımlamalar çok yapılır ve hatta savaş dışında bir yaşamın ya da düzenin sağlanamayacağına toplumlar inandırılır. Çünkü her yerde savaş üzerine kurulmuş, savaşa endekslenmiş bir yaşam ve sistem söz konusudur. Genelde beş bin özelde ise beş yüz yıldır iktidarın temel bir aracı olan şiddet günümüzde artık meşru bir konumu arz etmekte, özellikle kadına dönük şiddet erkek egemen zihniyet ve onun kurumları devlet, aile, vs.- tarafından stratejik olarak dizayn edilmektedir. Bugün şiddete uğramayan neredeyse hiçbir canlı kalmamıştır. Doğa-Evren tümüyle bir savaş ve şiddet politikaları altında can çekişmektedir.
Şiddet ve savaş kavramları son derece kapsamlı kavramlar olmaktadır. Bu kavramlar günümüz açısından kadın için ve yine toplum için yaşamın adeta bir vazgeçilmezi olmuşlardır. Konumuz gereği kavramların daha iyi anlaşılması açısından kısada olsa insanlık tarihini incelemek daha anlaşılır kılacak ve öğretici olacaktır.
Bugün yaşanılan tüm sorunsallıkların bütün gerçekliği ve nedenleri ile öğrenmek ve çözüm geliştirmek istiyorsak, dönüp bakacağımız yer nitekim tarihin kendisi olmaktadır. Dolayısıyla tarihimizi doğru bilir ve öğrenirsek, bugünümüzü ve geleceğimizi de doğru bilir ve doğru temellerde mücadele ederek demokratik, özgür yaşamı inşa edebiliriz.
Tarihte ilk zor-şiddet örgütlenmesi kuşkusuz Güçlü ve Kurnaz Adamın avcılıkta -hayvanlar üzerinde uygulayarak- geliştirdiği tuzak, komplo taktiklerini daha sonra insanlar ( özelde kadın ) üzerinde uygulayarak meşru kılınan bir zor aygıtına dönüştürülür. Bu aynı zamanda iktidar-devletin temel ideolojik, siyasi ve askeri aracı haline getirilir. İlk şiddet, ilk savaş kadın üzerine, kadının kurduğu ilk doğal, özgür, komünal yaşamına karşı yapılır. Tarım ve toplayıcılıkla uğraşan ana-kadın Tanrıça, ürettiği ürünlerle ve kurduğu komünal yaşam düzeniyle dikkatleri üzerine toplamakta, toplumu besleme ve koruma gibi konulardan sorumlu olmaktadır.
Ağırlıklı olarak Ana-kadının kurduğu, toplumsal normların hâkim olduğu, insan ilişkilerinin kolektif ve özgürce yaşandığı bir ahlaki-politik toplum gerçekliğine karşı yapılan tarihi ittifakla ( Şaman-Rahip-Şef ) şiddet ve savaş aygıtı kullanılarak erkek egemen topluma, iktidarlaşmaya, sınıflaşmaya ve devletleşmeye doğru geçiş yapılır. Kadına hükmetmeyle başlayan bu zorun sahipleri böylelikle doğaya ve daha sonra topluma da hükmetmeye ve toplumu bununla kimliksizleştirme, iradesizleştirme ve sömürmeyi hedefler. İlk savaş, ilk şiddet, ilk sömürü kuşkusuz kadına, onun yarattığı maddi-manevi değerlerine karşı yapılan bir örgütlenmedir. Böylece Kadına yönelik ilk şiddet beraberinde toplumsallığa, doğa-evrene yapılmış bir şiddettir.
Zor-şiddet ve savaş gibi kavramlar merkezi uygarlığın bir aracı olmaktadır. Bu kavramların kurumlaştığı ve kendilerini meşrulaştırdığı alan ise devletin kendisi olmaktadır. Devlet, kendisi de bir zor ve şiddet aracıdır. Tarihte ilk Sümer tapınakları ( Ziguratlar ) ilk mikro devletin oluştuğu, birer beyin yıkama yerleridir. Bugün ise okullar, üniversiteler, camiler kısacası devlet kurumlarının olduğu her yer insan zihninin yalan ve çarpıtmalarla dondurulduğu mekânlardır. İlk toplumu inandırdığı ve yönettiği ideolojik zor, Tanrı-devlet kavramlarıdır. Tanrı-devlet artık toplumun beyninde ve ruhundadır. Bunun için ilk olarak dinsel inanç kültürü geliştirilir ve tanrıların göklerde ikamet ettiği, insanların tanrı olamayacağı, ancak tanrının bir hizmetçisi, kulu olabileceği, yine tanrılar ne zaman isterse insanları cezalandırabileceği gibi tanrı üzerine birçok sıfat yüklenir. Tanrı cinsiyetçidir. Toplumsal cinsiyet bu zihniyetin bir ürünüdür.
Mitolojide Âdem-Havva hikâyesi her üç kutsal kitapta ( Tevrat, İncil, Kuran ) işlenir. Bu hikâye öyle az veya basit görülecek bir hikâye değildir. Çünkü toplumlar bu inanca göre ikna edilir, kadına bakış açısı ve yaşam tarzı bu zihniyete göre şekillenerek cinsiyetçi zihniyetin temeli atılır. Havva, Âdemin hasta kaburga kemiğinden yaratılmış hastalıklı, eksik kadın tipidir. Hikâyeye dikkat edin! Havva, Âdem gibi çamurdan yapılmaya dahi layık görülmez. Âdemin kaburga kemiğinden bir parçadır sadece. Kadının düşürülmesi bu kadar derin ve köklüdür. Kadın, erkeğin bir yedeği, hizmetçisi olarak yaratılmış zavallı bir mahlûkat sıfatına büründürülür. Böylece toplumsal cinsiyetçi zihniyetin hâkim olduğu her yerde kadınlar şiddetin her türlü biçimine maruz kalır. Dolayısıyla din olgusu devletçi uygarlığın resmi bir ideolojisi haline getirilir. Din, günümüz toplum üzerinden çıkar sağlamak, hükmetmek için devreye giren ve insana, özelde kadına en acımasız yaklaşan bir ŞİDDET aracına dönmüştür. Bugün Dinin ne ahlakı, ne vicdanı ne de adaleti kalmıştır.
Dünyada şiddete maruz kalmayan kadın neredeyse yok gibidir. Burada şiddet olgusuna bakış açımızı bir kez daha irdelemek yerinde olacaktır. Kadınların maruz kaldığı şiddeti bir kaba dayak, fuhuş, tecavüz, taciz ve öldürme gibi olgularla sınırlandırmak yanlış ve yanılgılı bir yaklaşımdır. Çünkü kadına uygulanan şiddeti bugün değişik biçimlerde dünyanın her yerinde görmek mümkündür. Kadına yönelik şiddetin içeriği daha kapsamlı ve köklüdür. Yani şiddet salt fiziki bir olgu değildir. Kadına dönük şiddetin biçimleri olarak; ekonomik, sosyal, fiziksel, duygusal, cinsel şiddet-tecavüz, kadın ticareti, recm, kadın sünneti, zoraki evlilik, çocuk evlilikler, toplu kaçırmalar ( Nijerya örneği ) vb. daha birçok şiddet kategorisine gireni sıralayabiliriz. Fakat şiddet olgusu salt bunları ifade etmemektedir. Mesela Kadın yaşamın tüm alanlarında istenilen temsil gücüne sahip değildir. Örneğin sözde en gelişmiş ülke olan Avrupada kadınlar, yaşamın en küçük alanlarında dahi sınırlı bir temsil düzeyine sahiptir. Kapitalist sistem dünyanın dört bir yanında kadına karşı şiddeti meşru kılmakta bir meta, Pazar konumuna getirmektedir. Kadının yaşadığı en büyük şiddet toplumda bir meta, Pazar konumuna düşmesi, finans kaynağı haline getirilmesidir. Şiddetin temel bir amacı da kadınlar üzerinden kâr elde edebilmek ve bununla ömrünü güvenceye alarak sistemini sürdürebilmektedir.
Kadim bölge Ortadoğuya bakarsak; bir kanayan yaradır, Kadın olmak. Belki dünyanın her yerinde kadın olarak yaşamak zordur, ama Ortadoğuda bir kadın olarak yaşamak ise her şeyden daha zordur. Bu coğrafyada kadının hikâyesini anlamak tüm yaşamı, dünü, bugünü ve yarını anlayabilmektir. Savaşların, katliamların, yoksulluğun, açlığın, işkencenin ve de direnişlerin en yoğun yaşandığı ve hiç bitmeyen acılarıyla bu coğrafyada kadın olarak yaşamak kanayan yaraya tuz basmak gibidir. Ortadoğuda kadını yaratmak, yaşamı yeniden yaratmak demektir. Çünkü Ortadoğuda yaşam bitirilmiştir. Yaşam adına yaşatılansa tam bir cehennem hayatıdır. Burada yaşamla birlikte kadında yok edilmiş, kabristana gömülmüştür.
Ortadoğu da bugün yaşanan büyük kaos ve savaşlar en fazla kadınları ve çocukları etkilemekte, kadınlar savaşların başta gelen mağduru olmaktadır. Özellikle din adına yürütülen iktidar savaşları, kadın bedeni üzerinden sürdürülür ve kadınlar birer savaş ganimeti olarak ele alınır. Kadına yönelik taciz, tecavüz, işkence, esir vb. tüm bu şiddet ve savaşların zihniyetinde ortak yürüttükleri bir tarzdır bu. Kadına karşı şiddet Ortadoğu da daha derin, ideolojik ve sistematiktir. Örneğin; günümüzde şeriatla yönetilen bazı ülkelerde kadın, yasal ve siyasal haklar bakımından ikinci sınıf vatandaş muamelesi görür. Bu ülkelerde genel kabul görülen ve hâkim olan anlayış, erkeklerin daha fazla hak-hukuk sahibi olduğu ve kadından daha üstün olduğu, kadının görevi evinde erkeğe hizmet etmesi ve çocuklarına bakması anlayışıdır. Çünkü bunun böyle olmasını iktidar-din emretmiştir. İran, Irak, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Tunus, Afganistan, Hindistan ve Nijerya gibi özellikle Müslüman olan ülkelerde kadın sadece şiddete uğramıyor, kırımdan geçiriliyor. Yine bu ülkelerde din ve şeriat adına yapılan fetvalar bütün uluslararası yasalardan daha güçlü etki yaratıyor. Çünkü Dini yasalar, hukuk yasalarından daha ağır basanıdır. Zira Din, günümüzde devletçi-uygarlığın elinde bir iktidar, şiddet ve savaş silahı olarak kullanılır ve bununla toplum çökertilmeye ve de erkek egemen iktidarın daha da güçlenmesine yol açar.
Son dönemde Ortadoğunun adeta korkulu rüyası olan IŞİD, bu erkek egemen iktidarın yeni bir versiyonu olmaktadır. IŞİD terörü genelde toplum, özelde kadın için önemli bir tehdit oluşturmaktadır. İslam adına hareket eden bu çeteci gruplar ele geçirdikleri bölgelerde ilk devreye koydukları yasalarla kadınlar üzerine bir hâkimiyet kurmaya çalışmakta, sistemini buradan başlayarak kurmayı hedeflemektedir.
Mesela kadınların sokaklara eşi, babası veya erkek kardeşleri olmadan çıkmasını yasaklaması, gözleri dışında her tarafını kapatan kadına, günlük, saatlik cihat evliliği adı altında tecavüzü hak saymaktadır. Kendi mezhebinden olmayana tecavüz ederek, ardından da öldürmesi ve kapı kapı dolaşıp, çocuk yaşta kızları himayeleri altına alması gibi fetvaların ne dinle, ne insanlıkla ne de İslam ilkeleriyle alakasının olmadığının bir göstergesidir. Tarihte olduğu gibi bugün de savaşın yaşandığı bölgelerde tecavüz, taciz, zorla hamile bırakma, esir alma, zorla göç ettirme gibi yöntemler savaşın bir stratejisi olarak uygulanmaktadır. IŞİD ve El-Nusra çetelerinin savaşlarda kadınları cinsel meta olarak kullanmaları ve bunu da bir ihtiyaç olarak geliştirmeleri de şiddetin bir başka yönü olmaktadır.
Kutsal kitap Kuranda böyle bir zulüm, şiddet, vahşet kesinlikle yoktur. Bunun tek bir adı vardır, o da kapitalist sistemin İslam bayrağı altında fuhuşu meşru saymasıdır. Kısacası Ortadoğuda erkek egemen zihniyetin tüm versiyonları ile karşı karşıya kalan kadınlar, fiziki, ruhsal, sosyal, kültürel, ekonomik vb. şiddete ve katliamlara maruz kalıyor. Öyle ki, bugün Sünni- Şii çelişkisinde, Arap-Yahudi kördüğümünde ve Kürdistan da yürütülen savaşta en fazla zarar gören kadınlar olmaktadır. Fakat bu savaşlara dur diyebilecek, yaşama kendi rengini katabilecek, alternatif çözüm potansiyeline sahip olan ve demokratik, özgür bir yaşamı bu coğrafyada inşa edecek yine bu kadının kendisidir.
Kürdistanda kadına yönelik şiddet politikası kuşkusuz yeni bir durum değildir. Kürt toplumunda hâkim olan namus anlayışı yine töreler, gelenek ve görenekler kadın cinsi üzerinde somutlaşmış, binyıllardır gelişen egemen erkek iktidarın kendisini sürdürebilmesinin temel araçları olmuştur. Toplumun iç sorunlarını irdelediğimizde genelde şiddetin kaynağı olarak kadınlar gösterilir. Bu erkek egemen iktidarın toplumda bilinçli olarak yarattığı bir algı ve düşüncedir. Örneğin, erkek kapitalist sistemin kendisine uyguladığı şiddet karşısında çözümsüz kalırken, bunun tüm hıncını, kadına yönelerek şiddeti kadına hak görmekte, meşru kılmaktadır. İktidarını elinden düşürecek korkusu yaşayan kof erkek, sistem karşısında tam bir köledir. Mesela toplumda kadın intihar nedenlerinin yine evden kaçarak fuhuşa yönelmesinin en başında aile içinde gördükleri baskı ve şiddet gelmektedir. Ya babadan, ya erkek kardeşinden ya da eşinden gördüğü şiddet kadına yaşama şansı tanımamakta ve bu durumda ya evden kaçmayı göze almakta, ya da tek çözüm olarak ölümü tercih etmektedir.
Bu son yıllarda Kürdistan da yaygınlaşan fuhuş, intihar, küçük yaşta evlilikler, yine şiddetin diğer türleri arasında cinayetler, sistematik tecavüz, bireysel ve toplu şiddet gibi durumlar sistemin ve devletin birçok özel kurumları ( Polis, Jandarma, MİT ) tarafından sistematik olarak yürütülen özel bir savaş olmaktadır. Çünkü toplumumuzda kadına yönelik şiddetin sonucu olarak başta Önderliğimizin büyük çabalarıyla kadın özgürlük mücadelemiz gelişti ve bugün kendi irade ve örgütlü gücüyle evrensel bir mücadeleye dönüştü. Bugün bu mücadelenin ortaya çıkardığı önemli bir toplumsal değişim ve dönüşüm söz konusudur. Bilinçlenen kadın özgürlüğü için kendi iradesine, kimliğine, diline ve kültürüne sahip çıkmaya başladı. Bu kadın! Egemen erkek için büyük tehdit oluşturuyor. Bunun içindir ki, Kürt kadınına karşı bu kadar pervasızca saldırı gelişmektedir. Peki, Kadında bu değişim ve dönüşüm bir bütünen Kürdistanda kadına karşı şiddeti ortadan kaldıracak düzeye ulaşmış mıdır? Kuşkusuz hayır.
Kadına yönelik şiddete karşı başta Kürt kadınlarına ve bu fikir ve eylemde ortaklaşan tüm kadın cephesine önemli görevler düşüyor. Öncelikle önemle üzerinde durulması gereken, kadınları mutlaka bir örgütlülük içerisine çekebilmektir. Örgütlü bir güç olmak demek, kadında kendine güveni, iradesini ve yalnızlık hissini aşmasında bir çözüm gücü olmak demektir. Kadınların toplum içerisinde yaşadıkları sorunlara cevap arayacak bir örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Bu anlamıyla en başta zihinsel çalışmalara ağırlık verilmelidir. Toplumda birçok kadın kendisini doğru ifade etmede, sorunlar karşısında çaresiz ve çözümsüz kalmakta, kaderci ve kendisini savunma ( düşünsel ve fiziksel ) gibi ciddi anlamda eğitsel sorunları var ve yaşanmaktadır. Bunun için, Önderliğimizin de çok zaman vurguladığı gibi kadın korunma evleri, akademiler, kadın özgür parkları ve vakıflar kadınların bulunduğu her alanda geliştirilmeli ve kadın bu yerlerde ideolojik, felsefik, bilimsel, biyolojik vb. konular üzerinden kapsamlı eğitilmelidir. Öyle bir örgütlülük oluşturulsun ki her ev bir okul, her ağaç altı bir akademiye dönüşsün. Kadın, ancak bu şekilde kendisinde içselleşmiş, geri-geleneksel duruş ve erkeğe boyun eğen, zavallı, köleci zihniyetini yıkabilir. Kadınların sistemde en fazla zorlandıkları temel bir hususta ekonomi boyutudur. Kadın kendi ayakları üzerinde durabilecek, erkeğin eline, devletin insafına muhtaç olmayacak kendi ekonomisini kendisi oluşturacak bir ekonomi alanları ve örgütlülüğü şarttır. Mesela Kürdistanda kadınlar için iş alanlarını yaratmak, ekonomik yatırımlara teşvik etmek, kadının kendi geleceğini garantiye alması açısından önemli bir husus olmaktadır. Bu konularda belediyelerimiz, yine meclisler belli adımlar atmış olabilirler, fakat tüm kadınları üretimli, hale getirmede ve daha fazla imkânlar yaratma konusunda yeterli bir çaba söz konusu değildir. Bunu niçin belirtiyoruz örneğin; halen Kürdistanın birçok yerinde kadınlar her türlü şiddete maruz kalmaktadır. Kadınlar olarak şiddete karşı ilk mücadele gerektiren alan kuşkusuz, Kürdistan da gelişen ve geliştirilmek istenen fuhuş, taciz ve tecavüze karşı topyekûn bir mücadele yürütmektir. Bunu meşrulaştıran ve kendisine kâr, sermaye haline getiren kişi veya kurumları da deşifre ve teşhir ederek Kürdistandan tasfiyesini amaçlamaktır.
Yukarda belirttiğimiz çalışmalar aslında bu sorunlara karşı bir tedbir alma ve çare olmaktır. Örneğin; birçok kadını fuhuşa sürükleyen ekonomik sıkıntılarsa o zaman buna hemen bir çözüm bulunmalı, kadınlar için ekonomik alanlar geliştirerek yaygınlaşmalıdır. Ayrıca kadınlar olarak sokak sokak, mahalle mahalle dolaşarak toplumun ahlakını, huzurunu bozmaya çalışanlara karşı toplumsal adaletimizi örgütleyip, geliştirerek başta kadına olmak üzere baskı, işkence ve şiddete maruz kalmış toplumun her kesimini içeren bir çalışma yürütülmeli suçlu olanlar halk mahkemelerinde yargılanabilmelidir. Bu konuda halkı daha duyarlı olmaya ve ortak mücadeleye çekebilmelidir.
Tarihi süreçlerden geçerken kadın özgürlük mücadelesinin üzerine düşen sorumluluk daha da artmaktadır. Anlamlı ve özgür bir yaşamın yaratıcıları olarak kadınların demokratik, özgür yaşamı inşa etmede öncülük etmeleri ve demokratik siyaset bilincini kendilerinde oluşturmaları bu sorumluluğun başında gelmektedir. Fakat kadının siyaset yapacağı alan ve mekânlarda, halkın bulunduğu her yere giderek, kadın sorunlarıyla birlikte toplumsal sorunları da içine alan bir tartışma ve çözüm oluşturma platformların yapılacağı ortamlar oluşturmak önemlidir. Kadınların şiddete ve savaşlara karşı en büyük eylemlikleri, kendilerini eğitmeleri, ideolojik, politik bir gücü ve örgütlülüğü oluşturmaları gereklidir.