SANATÇI YAKLAŞIMIYLA İNŞA SÜRECİNE KATILMA
20 Çile 2015 Sêşem
Güncele anlam yüklemekte zorlanıyoruz, onu özgürleştiremediğimiz gibi onunla özgür bir şekilde de ilişki kuramıyoruz
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi
Uzun bir süredir örgütsel gündemimizin başında yer alan konu inşa çalışmaları olmaktadır. Toplumsal mücadeleyi ve siyasi-askeri çalışmaların merkezini oluşturan bu gündem doğrultusunda, sürekli eğitim ve tartışma platformları gerçekleştirmemize rağmen; son süreçte önderliğimiz tarafından kaleme alınan mektuplarda, heyetlerle yapılan görüşmelerde mevcut duruşumuzun eleştiri konusu olması, anlayışta yaşanan sığlığın aşılamaması, uygulamaların ise her yönüyle sorgulanması gerektiği üzerine dikkat çekilmektedir. Bunların bizi götürdüğü temel sonuç ise onuncu yılına giren KCK sisteminin ilanının geldiği düzeyi değerlendirme olmaktadır. Hareket olarak, kurumsal çalışmalarımızda ya da bireysel duruşlarımızda gerçekten de KCK sistemini ne kadar yaşıyoruz? Ya da ne kadar yaşatıyoruz?
Bu önemli soruları arttırmak mümkündür. Fakat özü itibarıyla toplumsal değişimi-zihniyet ve vicdan yönünde olmak üzere güçlü bir devrimsel devinime tabi tutamadık. Elbette düşmana yenilmedik, birçok kirli ittifaklarla yürütülen her türlü saldırıları bütün parçalarda, bütün alanlarda sonuçsuz bıraktık. Ama daha öncesinde de vurguladığımız gibi gerçek anlamda bir başarıyı da elde edemedik. Kazanımlarımız oldu şüphesiz, bunları kalıcılaştıramadık! Halkta ciddi bir siyasi irade açığa çıktı, dünya da mevcut zaman diliminde belki de en örgütlü kitle gücünü ve halk gerçekliğini yarattık. Bunun baş mimarı kuşkusuz; Önder Apo ve kahraman şehitler oldu. Bu durumda bizim yaptığımız çalışmaların, katılımların süreci ileri götüren, toplumsal yaşama dönüştüren ve bunun da neticesinde düşmanın yönelimlerini sonuçsuz bırakan bir parametresi olmalıydı. Bu gerçekliği ve tabloyu çok detaylı bir şekilde ele aldığımızda; kabul etsek de, etmesek de ortaya tezat bir görüntü çıkıyor! Bunlar da doğal olarak önderlik tarafından geliştirilen eleştirilerin, ortaya konulan perspektiflerin gereğinin yapılamamasının nedenlerini bizim önümüze koyuyor.
Rêber APO bu durum için sanatçı yaklaşımı ile yaratıcılık değerlendirmesinde bulunurken, aslında içinde bulunulan duruma dikkat çekmek istedi. Mücadele gerçekliğimize ve içinden geçtiğimiz sürece baktığımızda önderliğin ne demek istediğini, neyi kastettiğini daha iyi anlayabiliriz. Sürekli olarak kendimize şu soruları sorabiliriz; ne yapıyoruz? Yapmak istediklerimizi nasıl yapıyoruz? Yapmak istediklerimizle yaşadıklarımız arasında ne kadar uyum var? Zihniyet ve vicdan devriminin yaşamsal alanlarını, düşman saldırıları ve baskılarına rağmen ne kadar geliştirebiliyoruz?
Yaratıcılık; Eskiyi Aşma ve Yeniyi Yaşamsallaştırma
Yaratıcılık en genel anlamıyla; olmayan bir şeyi hayal edebilme, bir şeyi herkesten farklı yollarla yapabilme ve yeni fikirler geliştirebilme yeteneğidir. Hatta bu konuda George S. Pattonun; insanlara bir şeyin nasıl yapılması gerektiğini söylemeyin, yapılmasını istediğiniz şeyin ne olduğunu söyleyin ve yaratıcılıkları ile sizi nasıl hayran bırakacaklarını görün belirlemesi, olgunun anlaşılması ve tanımlanması açısından hayli önemli olmaktadır.
Günümüzde hayatın birçok alanında ve mücadelesinde yaratıcılık, yaratıcı düşünce ve eylemle yüzyüze gelmekteyiz. Hatta birçok alanda acil bir şekilde buna ihtiyaç da duymaktayız. Konu toplumsal yaşam ve bunun çözümü olduğunda; belki de yaratıcılık ve yaratıcı yaklaşım bütünü oluşturan temel parçalar olmakta. Aynı zamanda tersi de geçerli olmaktadır. Toplumsal yaşamın bütün evrelerinde ve önemli dönemeçlerinde yaratıcılık tarihe geçen gelişmelerin oluşmasına katkıda bulunmuştur.
Günümüzde geçmişe bakışımızda bile birçok yaratıcı ve çözümcü yaklaşım insan hayatının ve toplumsallığının rahminde nerelere muktedir olduklarını bizlere göstermektedirler. Bugünün algısıyla son derece basit görünen şeyler; tarihin gerektiği anlarında ortaya çıkmamış olsalardı, günümüzde bu tür bir basit görme durumuna bile ulaşamayacaktır. Özcesi yaratıcılık insanlığın oluşumunda ve günümüze değin süregelen toplumsal tarihinde önemli bir nitelik olmuştur. Günümüzde de devam ediyor olması; toplumsal gelişmelerden ya da gerçeklikten ziyade, kendi piyasası temelinde işleyen bir yaratıcılık söz konusu olmaktadır.
Örneğin iş dünyasında, teknolojik dünya da, reklam dünyasında bir sürü farklı alanlarda ya da dünyalarda yaratıcılık halen olmazsa olmazdır! Toplumsal dünya da ise durum biraz daha farklı olmaktadır. Egemenliğin ve sınıflı toplum gerçekliğinin bir yansıması olarak yaratıcılık da, toplumdan çalınan diğer kutsallar gibidir. Daha çok efendiler ve egemenlerin denetiminde tutulmaya çalışılan yaratıcılık, toplumcu olmaktan daha çok anti-toplumcu bir gelişim izlemektedir. Mevcut anlamıyla işleyen sistem; toplumsal ilerleyişten ziyade-baskıyı kontrolü ya da sömürüyü daha da derinleştiren ve kökleştiren bir yaratıcılık olmaktadır. Bu konuda da kabul etmek gerekir ki, gün aşırı ortaya konan yaratıcı yaklaşımlar toplumsal köleliği ve kaosu daha da derinleştirmekte, hastalıklı bir toplumu hayatın her alanına yaymaktadır.
Önderliğimiz son mektubunda yaratıcı bir yaklaşım olması gerektiğine değindi. Hatta mevcut durumu ve katılımı bundan uzak, kendini tekrarlayan ve eskiyi aşamayan olarak çok derinlikli bir şekilde eleştirdi. Bu durumu anlamak ve çözmek zorundayız. Toplumsal sorunlara ve mevcut mücadelemize yaratıcı yaklaşamıyor oluşumuzun nedenleri üzerinde durmaz, günümüzde gerçekten de hangi konularda tekrar yaşadığımızı aşamazsak, önderliğin mektubunda değindiği gibi yaratıcılığı ve sanatların sanatı olan siyaseti güçlü bir şekilde yürütemeyiz. Aslında varoluşumuzla ciddi bir çelişkinin içine düşeriz.
Bu durumu değerlendirmek ve analizleriyle birlikte tabloyu bütünlüklü okumak artık kaçınılmaz olmaktadır. Özellikle yaşanan gelişmelere ve içinden geçilen döneme baktığımızda; ne yapmamız gerektiğini ve bizlerin nelerle uğraştığını vicdani bir mukayese ile ele almamız gerekiyor. Toplumsal bir hareket olduğumuz muhakkak, birçok mücadeleyi ve görevi ideasını savunduğumuz toplumsal yaşam ve değerleri için veriyoruz. Hatta bu konuda sistem olarak adlandırdığımız mevcut statülerin hemen hemen hiçbirini kabul etmiyoruz. Üçüncü yol olarak önderlik paradigmasına dayalı bir toplumsal gerçekliğin var olması gerektiğine, ancak tüm sorunların bu şekilde aşılacağına inanıyoruz.
İnandıklarımızla yaşadıklarımızı karşılaştırmak için vicdani yaklaşım şart. Elbette burada her birini tek tek sıralamak veya saymaktan ziyade bunların aşılması için neler yapılabilir konusu ve cevabı üzerinde durmak daha anlamlı olabilir. Yaratıcı olmamız için gerekenleri ancak böyle bir bilince dönüştürebiliriz. Her şeyden önce zihniyetimizi ve gündelik mücadelemizi bu gerçeğe göre yürütmek şart olmaktadır. Bu anlamda şunu kesinlikle belirtmek gerekiyor; yaratıcı bir mücadele de ve duruşta kesinlikle tekrar yoktur. Ya da birbirini besleyen ve normalleştiren bir gericilik yoktur. Gericilik; öngörü yoksunluğu ve reeli doğru kavramama ile ortaya çıkar. Toplumsal işleyişin canlılığına ters bir durumdur ki, birçok gerici yaklaşımlar toplumsal ilerleyiş karşısında tarihte yok olup gitmekten kurtulamamıştır.
Yaratıcılıkta; Tekrar, Normallik, Gericilik Yoktur
Hareket olarak ciddi bir mücadele içinde olduğumuz açıktır. Bu temelde de yoğunca saldırılar ile yüz yüze gelmekteyiz. Düşmanın geldiği aşamada, hem hareketimize hem de onun önderliğine yönelik geliştirdiği saldırıları anlamak bir yere kadar doğaldır. Çünkü mücadele halindeyiz, biz bir tarafız-sistem ise ya da onun işbirlikçi güçleri diğer taraf olmakta. Peki bu hareket, onun önderliği ve mücadelesi gerçekten de sadece düşmanla mı mücadele ediyor? Tüm enerjisini bu saldırılara yönelik mi ortaya koyuyor? Bu hareketi, onun tarihini ve önderliğini tanıyan herkes bu sorulara nasıl cevap vereceğini, nasıl yaklaşacağını gayet iyi biliyor.
Hareket ve önderlik düşmana yönelik mücadele etmekten ziyade bize ve toplumsal geriliklerimize yönelik mücadele de daha çok zorlandı! Hatta zorlanmaya devam ediyor. Son mektupta önderlik mevcut imkanlardan, tarihsel fırsatlardan ve buna olan yaklaşımlardan bahsederken aslında ortada duran bu büyük ve ciddi paradoksu bir kez daha hatırlatma gereğinde bulundu. Bir yanda mücadelenin tarafı olan bizler, tarafı olduğumuz çizgiye ve mücadeleye karşı taraftan daha çok saldırıyoruz, daha çok onu zorluyoruz. Belki de dünya genelinde ve tarihinde bir ilki teşkil ediyoruz.
Elbette bu gerçekliği çok fazla sorgulamıyoruz, hatta bunun karşısında katılımı ve duruşumuzu ciddi manada gözden bile geçirmiyoruz. Bunu ortaya çıkartan temel etken ise kuşkusuz tekrar olmaktadır. Tekrar heyecanı yitirme, yeniyi arama ve hakikatin savaşını verme de bizleri ciddi bir biçimde alıkoymakta, olanla idare eder ya da en asgari düzeyde bir duruşu kabullenir hale getirmektedir. Düşman ve sistem güçleri de bu durumun gayet iyi farkındadır. Tüm alanlarda yaşanan bu durum karşısında; heyecanı yitirme, hakikatin savaşımını vermede büyük bir rahatlık söz konusu olmaktadır. Burada acı olsa da ortaya çıkan durum daha çok günü kurtarma olmaktadır. Gerilla da böyle olduğu gibi siyasette de böyledir, toplumsal alanda da böyledir, diplomatik alanda da böyledir. Kısacası tüm alanlarda bu durumun yoğunca yaşandığını belirtmek gerekiyor.
Tekrarın yanında yaşadığımız bu durumun bir diğer önemli etkeni ise normalliktir. Aslında bu durumda tekrar gibi; yaratıcılığı ortadan kaldıran ve belirlenen normlara göre yaşayan-katılan bir duruşu ifade etmektedir. Normalliğin yaratıcılıktan yoksunluğu olarak ise ortaya çıkan durum; gerilla da eğer savaş durumu ise birkaç eylem peşinde koşma, siyasi alanda seçim çalışmalarıyla uğraşma, toplumsal alanda ise ulusal günlerin ya da festival vb etkinliklerin tarihlerine paralel bir hareketlilik içinde olma anlamına gelir. Böyle bir gerçeklik karşısında; farkımızın ne olduğunu aramamız gerekiyor. Yıllar önce Beritan arkadaşın belirttiği gibi devrim fırtınalı kişilik ister sözünü kendi gerçekliğimizde aramamız gerekiyor. Gerçekten de fırtınalı bir kişilik miyiz, devrimi ve onun fırtınasını her ana yayarak yaşıyor muyuz? Yoksa belirli bir tarihsel izleğe göre; belirlenen normlar neyse ona göre mi yaşıyoruz? Etrafımıza baktığımızda, bunlardan da önemlisi kendimize baktığımızda aslında bu soruların cevaplarının çok da uzakta olmadığını daha berrak bir şekilde görebiliriz.
Tekrar ve normallik olarak ifade etmeye çalıştığımız bu durumların yaşanıyor olması ise beraberinde gericiliği ortaya çıkartmaktadır. Gericilik genel anlamda toplamsal yaşamın, onun güncelde ortaya çıkarttığı standartların gerisinde kalma anlamında kullanılan bir kavram olmaktadır. Tüm toplumsal yapılar ve formülasyonlar için geçerli olan bu kavram bizim için de geçerli olmaktadır. Toplumsal öncülük gibi bir misyonumuz olsa da, devrim gibi ciddi bir uğraşımız olsa da; pratik durum bize gericiliğin her yerde ve yaygın bir şekilde yaşandığını gayet açık bir şekilde göstermektedir. Önderliğin bu duruma yönelik sürekli dile getirdiği eleştirilerle, özellikle son mektupta belirttiği günceli özgürleştirme ifadesi çok yerinde olduğu gibi dogmatizm ve gericilik olarak kendini örgütleyen bu durumun aşılması yönünde ne yapılması gerekiliyor?
Tüm bu sorular ya da sorunlar önümüze; yaratıcılık olgusunu koymaktadır. Devrim dünyasında yaratıcılığımızın olmaması halinde ortaya çıktığına inandığımız bu realiteyi değiştirebilmek için öncelikle mevcut duruşumuzu ve katılımımızı değiştirmek gerekiyor. Aksi halde sadece bunları belirtmek ve pratiğe dönüştürmemek kabul edilemez. Zaten önderlik bu konuda dile getirdiği hususları, eleştirilerini bir tartışma başlatmamız ya da görülmeyeni idrak edebilmemiz için yapmadı. Mevcut durumun değişmesi için bunun olmazsa olmaz bir görev olarak önümüze durduğuna dikkat çekmek için tüm eleştirilerini ve belirlemelerini dile getirdi. Hatta bunun için yaratıcı yaklaşımın geliştirilmesinde sanatçı bir tarzın yakalanması gerektiğine de değindi.
Toplumsal Gerçekliğe ve Mücadeleye; Sanatçı Tarzda Yaklaşım
Önderliğin mücadele tarihine ve ilkelerine baktığımızda; sanatçı bir tarzda keskin bir yaratıcılığın olduğunu görürüz. Çıkışından günümüze değin süregelen bu durumun; tüm devrimci karakterlerden daha yoğun ve baskın bir şekilde yaşanıyor olması önderliğin mücadelesinin ve devrimciliğinin keskinliğini de açık bir şekilde ortaya koyduğuna tanıklık etmekteyiz. Aslında birçok devrimci de; bu özellikler mevcuttur. Toplumuna, sorunlarına ve devrimci mücadelesine hep bir sanatçı öngörüsü ve hassasiyetiyle yaklaşmışlardır. Zaten böyle olmasaydı bu mücadelelerin sonuç alması, zafer kazanması pek de ihtimal dahilinde olmazdı. Sanatçı tarzda yaklaşım olarak belirttiğimiz bu husus; öngörü ve gerekliliklerin yerine getirilmesi anlamına gelmektedir. Toplumsal gerçekliği iyi okuyan, bunun karşısında toplumunu aydınlatan ve mücadele etmesini sağlayan bir tarz bu tanımın ve kapsamın içine girmektedir.
Topluma ne yapılmasını gerektiğini anlatacak, onu bilinçlendirecek ve onun bunu yapması yönünde nelerin gerekli olduğuna değin geniş eğitim ve propaganda çalışmaları yürütecek insanlar sanatçı devrimciliği ortaya koyabilir. Biz de bu durumun güçlü olduğunu ya da gün aşırı kendini güçlendiren ve yenileyen bir seyir izlediğini belirtmek zordur. Daha çok önderliğin de belirttiği gibi mevcut imkanları dahi kullanma da halen yoğun eksiklikler içinde bulunabilmekteyiz. Bunun temel nedeni günceli ve toplumu yeterince incelememeden kaynaklandığı gibi düşman olarak belirlediğimiz güçlere yönelik; güçlü bir mücadeleyi ve duruşu geliştiremiyoruz. Daha amiyane bir tabirle; toplumsal işleyişte yaşanan sığlıkları aşamamak bu durumu beslediği gibi sistemin güncele yüklediği kocaman anlam boşluğunu da yoğunca yaşamaktayız.
Belki bundan dolayı günümüzde dahi güçlü devrimler ve güçlü sanatlar, sanatçılar ortaya çıkamıyor! Daha çok olanı tüketen, güzelliği göreceli hale getiren-toplumsaldan kopararak bunu bireycileştiren bir çağın mağdurları ya da payandaları olarak bu durumun içinde bulunmaktayız. Aynı zamanda devrimci bir kimlikte de iddia sahibiz. Daha öncesinde de değindiğimiz gibi bu konular üzerine biraz düşündüğümüzde, önderliğin eleştirilerini merkeze koyduğumuzda ortaya çıkan bu çelişik durumu çözümlemek biraz karmaşık görünebilir. Fakat işin özünde devrimci sanatçılığımızda, yaratıcı devrimciliğimizde bunların aşılması kesinlikle şart olmakta. Aksi halde devam etmekte olan bu aşındırma hali gün aşırı bize ve topluma kaybettirmeye devam edecektir.
Günceli Özgürleştirmede Yaratıcılık
Tüm bu sorunların ve eksik yaklaşımların etkisinin en somut görüldüğü alan ise kuşkusuz güncel olmaktadır. Güncele anlam yüklemekte zorlanıyoruz, onu özgürleştiremediğimiz gibi onunla özgür bir şekilde de ilişki kuramıyoruz. Buradan hareketle kendi kimliğimizi ve ait olduğumuz toplumsallığı da bu şekilde; rafine olmayan bir şekilde kullanmaya çalışıyoruz. Daha önceki yıllarda önderlik bu duruma dikkat çekerken; devrim yapmaktan korkuyorlar demişti Devrim yapmaktan korkan devrimciler olabilir mi? Gerçekten de üzerinde durulması gerekilen bir soru.
Günceli yaratma da ya da özgürleştirmede hangi alana bakarsak bakalım ciddi eksikliklerin olduğunu görmekteyiz. Dağdan tutalım da, Avrupanın merkezine kadar her yerde durumun birbirinden kopuk olmadığını ve ne kadar benzeştiğini görebilmekteyiz. İki kadronun herhangi bir yerde yaşadıkları, gündemleri ve güncel ile olan ilişkileri-en ters tarafta yer alan kadrolarla hemen hemen aynı olmaktadır. Sürekli değerlendirilen, hareketin yönetimi tarafından da sürekli belirtilen bu konularda neden herhangi bir değişim olmamaktadır?
Bu durumun yaşanmasında başta gelen nedenlerden bir tanesi durumu kabullenmek geliyor. Belki bu açıkça yapılmıyor, aleni bir şekilde savunulmuyor, ama pratik duruşta anlama sorunu halen bu kadar yoğun kendini gösteriyorken, önderliğin vurguladığı ve tarihsel topluma dayalı olarak geliştirdiği çözümlemeler halen uygulanabilirlik aşamasına geçirilmiyorsa kesinlikle bunu başka bir şekilde izah edemeyiz. Sanatçı hassasiyeti bir yana tutkunun ve coşma halinin esamisi bile böylesi anlarda kendini örgütleyemez. Ondan dolayı da güncel de ne olması gerektiğine karar veremeyiz. Daha çok olanı yaşamaya çalışır, arada bir de devrimcilik yapmaya çalışırız. Zaten kendimize ve etrafımıza baktığımızda yaşamı güzelleştirmenin yanından geçmediğimizi rahat bir şekilde görebiliriz. Güncelde ne varsa onunla idare ediyoruz. Acı ama durum bu!
Bundan dolayı inşa çalışmalarına, toplumsal özgürlüğe ve paradigmal yaşama bir türlü geçemiyoruz. Arafta kalan bir halimiz var! Eskiyi aşamama, yeniyi ise yaşayamama sorunu olarak belirtilen bu durum; son zamanlarda çok yoğunca yaşanmaktadır. Komünal yaşamın gereklerine göre bir duruşumuz yok! Yine çalışmalarımızda alternatif olanı, yani savunduğumuzu örgütleme de halen çok ciddi sorunlarla yüz yüze olmaktayız. Mücadelesini verdiğimiz şeyi yaşamsallaştırma da yaşadığımız bu durum toplum nezdinde, düşman nezdinde daha fazla saldırı ve gericilik olarak bize yansımaktadır.
Bunu aşabilmenin tek ve muktedir yolu; önderlik tarafından kaleme alınan mektuba daha samimi yaklaşarak, sorunlarımızı kendimizden başlayarak çözmektir. Hem de bunu sanatçı duyarlılığıyla, yaratıcı bir devrimcilikle yapmak zorundayız. Aksi halde böylesine önemli ve hassas bir süreçte devrimi yapamamamın verdiği yükümlülüğün altından kalkamayız.