KAPİTALİST SİSTEMDE ŞEHİRLER VE ÜSTLENDİĞİ ROL - 1
17 Sibat 2018 Şemî
Toplumsal tarihte bir sapma olarak varlık bulan devletle birlikte mekân olgusunda da sapma yaşanır. Devlet var olmak için en büyük ....
Dilmun?da kuzgun gaklama sesleri çıkarmaz,
Dar kuşu, dar kuşu feryadını çıkarmaz
Aslan öldürmez.
Kurt kuzuyu kapmaz.
Oğlakları kıskıvrak eden yabani köpek bilenmez.
Tahıl yutan domuz bilenmez.
Dul kadın çatıya çimlendirilmiş arpa serer.
Yukarıdaki kuşlar onu yemez.
Güvercin boynunu bükmez.
Gözü ağrıyan ?gözüm ağrıyor? demez.
Başı ağrıyan ?başım ağrıyor? demez.
Yaşlı kadın ?ben yaşlı bir kadınım? demez.
Yaşlı erkek ?ben yaşlı bir erkeğim? demez.
Kız yıkanmaz, akarsular kenti doldurmaz.
Irmağı geçen? demez.
Onun tarafında ağlayan dönüp durmaz,
Şarkıcı ağıt yakmaz,
Kentin yanında o hiç yas tutmaz.?
Dilmun, Sümer mitolojilerinde yer bulmuş toplumsal tarihin ilk cennet anlatımıdır. Cennet, insan-mekân birliğinin en ideal anlatımını ifade etmektedir. İnsan üzerinde yaşadığı toprakla, içinde yaşadığı doğayla uyumlu ve dengeli bir yaşamı ortaya çıkarabilmiştir. Şiirde ideal bir bolluk ve bereket hali vardır. Cennet ülke barış içindedir, uyumludur ve dengeli bir toplumdur. Ahengi bozan hiçbir olumsuzluk yoktur. Bundan dolayı bu ülkenin, mekânın ve yaşamın adı ?Dilmun? olmuştur. Kürtçe?de dil = kalp, yürek anlamı taşımaktadır. Dilmun kalbin attığı yer olarak toplumsallığın kendisini var ettiği ve yaşattığı mekânı, yaşam alanını ifade etmektedir. İlk toplumsallığın yaratıldığı, ilk tarımın yapıldığı, ilk hayvanın evcilleştirildiği yer. Bundan dolayı insan, hayvan ve doğa içi çe ve barışla yaşamaktadır. Tüm varlık kendi varoluşuna olduğu kadar diğer varlıklarında varlık haline gelmelerine anlam yüklemekte, saygıyla yaklaşmakta ve beraberce yaşamanın yolunu inşa etmektedir. Bunlardan dolayıdır ki yaşam kadar içinde yaşanılan mekân da cennet misali eşsizdir ve yaşam kokmaktadır. Bu yaşamda kavgaya, yok etmeye, ölüme, yasa, hastalığa yer yoktur. Bu anlamıyla cennet olarak yaşam ve mekân, topumu üretmekte, çoğaltmakta ve beslemektedir.
Yukarıda ifade edilen anlatımın Sümer kaynaklı olsa da anıştırma olarak neolitik tarım ve köy toplumunu ve mekânını anlattığı açıktır. Köy toplumu mekân-toplum birliği olarak cennet tarzı bir yaşamı açığa çıkarabilmiştir. Bu anlamıyla cennetvari mekân toplumsal yaşamı belirlemiş ve aynı şekilde açığa çıkan toplumsal yaşam da cennet olan mekânı daha da cennetvari hale getirebilmiştir. Bu yanıyla toplum ve mekân arasında varoluşsal bir ilişki ve birlik vardır. Toplum, mekânı her daim kendi doğasına uygun olarak inşa etmek istemiştir. Mekân varlığın onsuz olunamaz bir temel koşulu olarak eğer toplumsal doğaya uygun olarak inşa edilemezse cennet değil cehennem üreten bir alan haline gelebilir. Mekân barışın, huzurun, ahengin değil savaşın, huzursuzluğun ve dengesizliğin bir alanı haline gelebilir. Mekân toplumu özgürlük olarak belirleyebileceği gibi, kölelik olarak da belirleyebilir. Bunun açığa çıkmasının en temel koşulu insan-mekân birliğinin yanlış kurulumudur.
Düşünce tarihine baktığımızda yukarıdaki şiirle dile gelen cennet ülkenin gerçekliği kadar, bunun tam tersi olan anlatımlara da rastlarız. Bir zamanlar cennet olan ülkelerin bir zamanlar sonra nasıl da cehennem yerlerine dönüştürüldüğüne tanıklık ederiz. Bir zamanlar toplumu var eden, üreten, besleyen, yaşatan yerlerin bir zaman sonra nasıl da toplumu yok eden, kısırlaştıran yerler haline getirildiğini görürüz. İnsanlık bugün böyle bir cehennem yaşamını ve mekânını kapitalist modernite ve yarattığı şehirlerde yaşamaya mahkûm kılınmıştır.
Sümer devlet şehirleriyle başlayan bu süreç kapitalist moderniteyle zirvesine ulaşmış gibidir. Genel olarak tekelci uygarlığın farklı tarihsel aşamalarını temsil eden beş bin yıllık bu düzenin yaptığı en temel pratik insanı ve toplumunu içinde yaşadığı doğaya ve mekâna yabancı kılarak karşıt hale getirmek olmuştur. İnsanı evine yabancı kılmak onu cennetinden düşürmek anlamına gelmektedir. Cennetten düşüş insanlığın boynuna takılan en büyük günah olarak cehennem içinde yaşamanın temel gerekçesi haline getirilmiştir. Bugün en büyük günah ise insanlığın kendi evine, cennetine dönmek istemesi ve özgürlük olarak yaşamak istemesidir.
Neolitiğin köy toplumu cennet olarak bir özgürlük ve demokrasi toplumuydu. Üzerlerinde yaşadıkları mekân olarak köyler kadın emeğiyle inşa edilmiş yaşam alanlarıydı. Köyler ahlaki ve politik toplumun, demokratik ve komünal zihniyetle değerlerin inşa edildiği mekânlardı. Tarihin bu aşamasında henüz devlete ve iktidara yer yoktur. Devlet ve iktidar öncesi bu köy zihniyeti üzerinden şehirleşmenin de gelişme kaydettiğini görmekteyiz. Bu şehirleşmenin gelişmesinde en temel gerekçelerin nüfus ve beslenme kaynaklı olduğu açıktır. Toplum büyüdükçe ve gelişme kaydettikçe kendisine yeni alanlar inşa etmektedir. Yeni mekân olarak şehirlerde yeni barınma ve beslenme alanları inşa edecektir. Köy mekânın tapınak kültürü şehir yaşamıyla daha da gelişecektir. Beslenme alanı olarak tarım daha da geniş çaplı yapılacaktır. Yine ahlak ve politik yapılanma şehir mekânına göre yeniden inşa edilecektir. Düşünce alemi şehirlerin sağlıklı inşası ve devamı için daha kompleks bir şekilde işleyecek ve üretecektir. Araç, alet ve zanaat kültürü yeni mekâna ve uğraşa göre yeniden oluşacaktır. Tüm bu ve benzer inşaların kaynağında yine kadına dayalı toplumsallığın gücünü görmekteyiz. Yazılı tarihe geçen tüm ilk şehir inşalarında kurucu ve koruyucu tanrıların tanrıçalarca temsil edilmesi bunun yalın ispatıdır. Tarihin ilk mitolojileri olan Sümer mitolojilerinde yer alan tanrıça kültürü ve etkisinin ağırlığı bunun kanıtıdır. Babil dönemine kadar gelen süreçte kadın damgası bariz olarak görülmektedir. Tüm bunlardan dolayı devletin ortaya çıkmadığı aşamada inşa edilen şehirleşmeyi kadın toplumsallığına bağlamak gerçekçidir. Bundan dolayı şehir ilk kuruluş itibariyle köy mekânının bir devamı olarak demokratik komünal toplumun özgür yaşam mekânı olarak kimlik kazanır. Bu şehirleşme mantığında devlete ve iktidarına yer yoktur. Sınıflaşmaya, sömürüye yer yoktur.
Ta ki devletin ortaya çıkmasına kadar. Devletin ortaya çıkması nasıl ki toplumsal tarihte farklı bir seyri açığa çıkarmışsa mekân olgusunda da benzer bir farklılaşmayı açığa çıkarmıştır. Toplumsal tarihte bir sapma olarak varlık bulan devletle birlikte mekân olgusunda da sapma yaşanır. Devlet var olmak için en büyük sapmayı şehirleşme alanında yaratır. Demokratik şehirlerden devletçi şehirlere doğru bir dönüşüm yaşanır. Devlet olmadan şehirleşme olabilmiştir ama şehir olmadan devlet kendisini inşa edememiştir. Örneğin neolitiğin yaşam bulduğu alanlarda devletleşme izlerine rastlamayız. Devletleşme şehirleşmenin yaşandığı yerlerde ortaya çıkar. İlk örnek Sümerler?in Uruk şehridir. Başrolde ataerkil kültür yatmaktadır. Neolitik toplumun olgunluk aşamasına doğru zorba ve kurnaz erkek, şaman ve rahip, tecrübeli yaşlı adam üçlüsüyle oluşan erkek grubu kadın toplumsal kültürüne karşı antitez olmak ister. Bu üçlü grup neolitik toplum içinde bulamadığı imkânı yeni yaşam alanı olan şehirlerde bulmak isteyecektir. Yalnız başına ya da Semitik erkek kültürüyle ittifak içinde olarak zaman içinde bu şehirleri ele geçirmeyi başaracaktır. Sümer-Babil mitolojileri içinde tanrıça-tanrı çelişkileri bu mücadeleyi çarpıcı olarak yansıtmaktadır. Sonuç olarak şehirler ataerkil grubun eline geçerek yeniden inşa edilir. Bu inşanın en temel karakteri devlet olur. İnşa edilen şehirler kendilerini devlet olarak inşa ederler.
Bu devlet şehirlerin inşasında en temel neden şehirleşme içinde ortaya çıkmış artı ürüne el koymaktır. Toplumun ürettiği tüm maddi-manevi değerlere el koyma, gasp etme temel yaşam formu olarak devleti ifade etmektedir. Sömürü, egemenlik, el koyma, öldürme, köleleştirme devletin temel işi olur. Sadece yaşanılan alanı değil çevre mekânlarda yaşayan toplumlarında değerlerine el koymak temel faaliyet olur. Büyüyen şehrin ihtiyaçları böyle bir gasp ve işgal durumuyla halledilirken, şehir işlerinde kullanılacak ve savaşlara sürülecek insanlarda bu işgal seferlerinde köleleştirilerek şehirlere çekilir. Köleleşme, cariyelileşme ve işbirlikçileşme toplumlara dayatılan yeni ilişki hali olur. Devlet ve iktidar karşısında insanlar ancak köle, cariye ve işbirlikçi olabilir. Devlet ve yeni şehir ilişkisinin açığa çıkaracağı en temel sonuç sınıflaşma olgusudur. Toplum sınıflara ayrılarak parçalanır, birbirine yabancı kılınır ve karşıt hale getirilerek düşmanlaştırılır. Böylece devlet, şehir ve sınıf olarak kendisini örgütleyen tekelci uygarlık günümüz kapitalist modernitesinin de temellerini atar.