KAPİTALİST SİSTEMDE ŞEHİRLER VE ÜSTLENDİĞİ ROL - 2
11 Adar 2018 Yekşem
Devletin ve devlete dayalı şehirlerin ortaya çıkmasının tek koşulu vardır ki oda toplumu toplum olmaktan çıkarmaktır. Devletin yaptığı tam ...
Tekelci uygarlık şehirleşme olgusu içinde bozulmayı üç alanda yapar. Toplumsal varoluşun harcı olan ahlakı, zayıflatarak, ortadan kaldırarak ve toplumu savunmasız bırakır. Toplumsal yaşamın idamesini, yürütülmesini ve koordine edilmesini sağlayan politikayı devlet idaresi haline getirerek toplumdan alarak toplumu dilsiz ve eylemsiz kılar. Toplum bir irade olmaktan çıkarak yönetilen köleler haline getirilir. Üçüncü olarak da toplum parçalanarak sınıflara ayrılır. İnsan-doğa, kadın-erkek, insan-toplum birliği parçalanarak devlet ve iktidar karşısında hepsi nesneleştirilir. Yaratıcı kaynak olarak kadın ve toplumsal kültürü ataerkilliğin egemenliği altına alınır. Bu üç temel olgunun tek bir sonucu vardır; devletin ve devlete dayalı şehirlerin ortaya çıkmasının tek koşulu vardır ki oda toplumu toplum olmaktan çıkarmaktır. Devletin yaptığı tam da bu olmuştur. Toplum nasıl toplum olmaktan çıkarılmışsa şehir de şehir olmaktan çıkarılmıştır.
Devlet, şehir ve sınıf olarak kendisini örgütleyen düzenin sembol ifadesi Sümerler'in tapınakları olan Zigguratlar'la ifadeye kavuşur. Önder APO'dan okuyalım;
'Zigguratların iç içe geçen üç işlevi, tüm Sümer toplumunu çözmek açısından kilit öneme sahiptir. Birinci işlev, en alt katta zigguratların mülkiyetinde olan toprak çalışanlarıdır. Araç gereç yapımcıları da burada barınmaktadır. İkinci işlev, ikinci katta oturan rahipler tarafından yerine getirilen yönetim görevidir. Rahip büyüyen üretim işleri için hesaplamayı yapmak, çalışanları kolektif çalıştırmak için meşruiyeti (ikna gücünü) sağlamak durumundadır. Yani hem din hem de dünya işlerini birlikte yönetmelidir. Üçüncü işlev, üçüncü kattaki tanrı varlıklarca (bir nevi ilk panteon örneği) yerine getirilmektedir. Manevi etkilemede, Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa adlı savunmamda da idea ettiğim gibi, ziggurat daha sonraki uygarlık toplumlarının adeta maketi gibidir. Bu o denli ideal bir kuruluştur ki, bugün sayıları yüz binleri, nüfusları milyonları aşan kent toplumunu doğuran ana modeldir. Hatta belirtmiştim: Kent toplumunda kurumlaşan devlet tipi örgütlenmenin ana rahmidir. Ziggurat kendi zamanında da sadece kentin merkezi değil, kentin kendisidir. Kentler de üç ana bölmeye ayrılır. Meşruiyeti doğurma ve sağlama bölümü olan Mabet (tanrı yeri, evi), şehir yöneticilerinin biraz daha geniş olan oturma bölümü ve en geniş kesim olan çalışanlar için oturma mahalleleri. İşte zigguratlar bu üç işlevi birlikte yerine getiriyorlar. Hem de dünyada ilk kuruluş örneği olarak.
Biraz daha yakından baktığımızda, rahibin kesinlikle ilk girişimci olduğunu görürüz. Dönemine göre kapitalisttir (Daha iyi anlaşılması için belirtiyorum, yoksa modernite kapitalisti farklılaşmamıştır) veya patron, ağadır. Yapması gereken tarihsel işler vardır. Bir defa yeni bir topluma damgasını vuracak kent kurucusudur. Etrafında basit bir köy değil, kent biçimlenecektir. Günümüzde bile bunun ne kadar zor bir iş olduğunu göz önüne getirirsek, rahibin önündeki görevin muazzam büyüklüğü daha iyi anlaşılır. İnşa edilecek kent için çok sayıda çalışana ihtiyaç vardır. Bunları nereden sağlayacaktır' Klan ve etnisiteden insan kopartmak çok zordur. Bugünkü gibi işsizlik kurumlaşmamıştır. Tek tük kopanlar yeterli değildir. Henüz zorla insanları köleleştirme dönemine geçilmemiştir. Muhtemelen rahibin tüm avantajı tanrı silahını kullanmaktır. İşte burada rahibin muhteşem işlevlerinden biri devreye giriyor: TANRI İNŞA ETME görevi. Konu çok önemlidir. Bu görevde başarılı olunmazsa, yeni kent ve toplumu, dolayısıyla bol üretim gerçekleştirilemeyecektir. İlk devlet yöneticilerinin neden rahipler olduğunu da bu örnek gayet iyi açıklamaktadır. Ziggurat sadece kenti, bol üretimi ve yeni toplumu değil, tanrıyla birlikte tüm kavramlar dünyasını, hesabı, büyüyü, bilimi, sanatı, aileyi, hatta ilk değiş tokuşu da yeniden planlamak, projeye bağlamak ve inşa etmek durumundadır. Rahip ilk toplum mühendisidir, ilk mimardır, ilk peygamber taslağıdır, ilk ekonomisttir, ilk işletmecidir, ilk işçibaşıdır, ilk kraldır.'
Devletçi anlamıyla ilk şehir kuruluşunu ifade eden bu inşa günümüze kadar gelebilmiştir. Bu durum karşısında demokratik uygarlık güçleri de tekelci uygarlığa karşı mücadelelerini sürdürmüşler tarihin her döneminde tıpkı eski yaşamlarında olduğu gibi demokratik bir yaşamı ve köy-şehir inşasını gerçekleştirmek istemişlerdir. Bu konuda en çarpıcı mücadele dönemini ortaçağdan çıkışta Rönesans ve reformasyon sonrası süreçte izlemekteyiz. Bu süreç demokratik uygarlık güçlerince önemli bir deneyimi ifade ederken, tekelci uygarlık açısında kapitalist modernite dönemine giden süreci ifade etmektedir.
Rönesans ve reformasyon dönemi ortaçağdan çıkışta bir kaos dönemi olarak yeni bir çağ ve döneme açılacak kritik aralığı temsil etmektedir. Ortaçağın devlet ve iktidar düzeni yıkılmış olup yerine her cepheden yeni düzen arayışları bulunmaktadır. Bu arayışların en temel eğilimini demokratik ve tekelci uygarlık güçleri oluşturur. Bu mücadelenin mekânları olarak kentler hem demokrasiye hem de yeni bir devletçi sisteme zemin sunmaktadır. Demokratik uygarlık güçleri İtalya, İspanya, Fransa, Almanya gibi ülkelerde komün, birlik tarzı yapılarla kentleri demokratik bir biçimde inşa etmek ister. Tekelci uygarlık güçleri ise ticaret burjuvazisi ile yeni bir devlet ve iktidar düzeni kurmak isterler. Kapitalizmin rahip sınıfı (kurucu) olarak ticaret burjuvazisi monarklara, krallara meydan okuyarak iktidarı ele geçirir.
Haçlı seferleriyle doğudan akan değerler, coğrafi keşifler sonrası elde edilen zenginlikler ve yapılan uzun mesafeli bol kazanç sağlayan ticaret bu sınıfın güç kazanması en temel nedenleri olur. Kapitalist ilkel birikirim denilen yeni keşfedilen ülkelerin işgali ve sömürüsüyle elde edilen zenginlikler tıpkı Sümer'in Uruklu kralı Gılgamış'ın sedir ormanlarına yaptığı işgal seferine ve gasp etme eylemine benzer. Devletin kaynağının her dönemde gaspa ve işgale dayandığının en bariz örneğidir bu. Bu gasp eyleminde yeni sınıf olarak burjuvazinin en kârlı çıkan sınıf olduğu açıktır. Elde edilen zenginlik ticareti ticarette elde olan zenginliği arttırmaktadır. Dönem içinde krallara borç veren bir sınıf olarak tacir tefeci sınıfın gücü ticaret üzerinde kurduğu tekelle daha da artacaktır. Bu sınıf artık kent mekânı üzerinde oldukça etkili bir güce sahip olacaktır. Bu aşamada üç temel eğilim kent mekânı üzerinde sistem belirleme mücadelesine girişir. İlk eğilim eskinin krallık, imparatorluk gücü olurken ikinci eğilim ise kentlerde komün tarzı birliklerle dorudan demokrasiyi uygulamak isteyen demokratik uygarlık eğilimi olmaktadır. Üçüncü eğilim ise ticaret üzerinde tekel kurarak kendisini palazlandıran ticaret burjuvazisidir.
Bu üç eğilim açısından temel problem bu mücadeleden başarıyla çıkmaktır. Bunun da yolunun en iyi örgütlenmekten geçtiği açıktır. Önder APO, 'Krizden nasıl bir toplumsal gelişmenin çıkacağını ondan etkilenen güçlerin mücadele düzeyleri belirleyecektir.' diyerek güçlerin ideolojik, politik, örgütsel ve ahlaki düzeylerinin ve bunları pratiğe geçirme yeteneklerinin sonucu belirleyeceğini ifade etmektedir. Bu aşamada üç eğilim içinde kendisini önce kent-devlet olarak sonrasında ise ulus-devlet olarak örgütleyen burjuvazi bu süreçten başarıyla çıkarak kapitalizmi inşa edecektir.