KÜLTÜREL SOYKIRIMA KARŞI ŞEHİR SAVAŞLARINDA KÜLTÜR SANAT VE EDEBİYATIN ROLÜ 2
16 Adar 2018 În
Kadına dayalı toplumsallık parçalanmadan hiçbir soykırım düzeni hayat bulamaz. Bundan dolayı da soykırım sistemi önce ...
İkinci temel alan ise zekâ düzeyi ve zihniyet halidir. Toplumsallaşmanın gelişmesi demek sorunlarla karşılaşan insanların sorun çözme, sorunların üstesinden gelerek yeni inşalar yaratabilme gücü olarak zekâyı gerekli kılar. Zekâ düzeyi toplumun sorun çözdükçe bir araya gelme ve ortak yaşama gücünü ifade etmektedir. Zekâ düzeyinin toplumsallaşmasıyla deneyimler bir araya gelerek zihniyet halini ortaya çıkarır. Toplumsal zihniyet sistemli hale gelmiş zekâ düzeyini ifade etmektedir. Soykırım düzeninin bu alanda yapacağı en temel icraat toplumu sorun çözemez hale getirmektir. Toplumsal sorunlar çözülmedikçe ve çareler üretilemedikçe toplum sürekli bir kriz ve kaos halini yaşamaya mahkum edilir. Krizli ve kaoslu toplum demek ise bunalım ve çatışma demektir. Bu da ortaklaşmayı, komünalliği öldüren en temel neden olmaktadır. Ortaklaşamayan, beraberce sorunların üstesinden gelemeyen toplum ise hiçbir durumda sistemli bir zihniyet halini inşa edemez. Zihniyet halinden mahrum kalmak ise dağılan, parçalanan ya da sürüleşen bir kalabalık anlamına gelir ki bu tek kelimeyle toplumsuzlaşmak, insansızlaşmak anlamına gelmektedir.
Üçüncü temel alan ise dil olgusudur. Dil sadece iletişim değil bunun yanında toplumsallığı var eden, inşa eden temel toplumsallaşma unsurudur. Kolektif zekâ aracı olarak ortak iş yapmanın, yaşamanın en temel unsurudur. Bir toplum açısından dil varsa toplum vardır. Dil toksa toplum da yoktur. Soykırım düzeninin üzerinde en çok oynadığı, baskıladığı, asimile ettiği, yok etmek istediği alan dil alanıdır. Dil toplumsal birliğin harcı olduğu için dili ortadan kaldırmadan toplumu dağıtamaz. Toplumu birbirinden anlamaz, birbirini dinlemez kılmak ancak dil kırımıyla mümkündür. Dilsizlik bir toplum açısından birliğinin dağıtılarak, karmaşanın hâkim kılınması demektir. Soykırım düzenine giden yol dilsizlikle örülür.
Dördüncü temel alan ise toplumsal ekonomi alanı olarak tarım devrimi ve etrafında inşa edilen ilişkiler ağı olarak toplumu ifade eder. Tüm evrensel ve toplumsal varlık taban durumunda bitkiyle beslenmektedir. İnsan ise bitki devrimi diyebileceğimiz tarımla, toprağı ekme ve toplumu bu toprak parçası etrafında biraraya getirmede niteliksel bir aşamayı temsil etmektedir. Tarım olmazsa beslenme olmaz, gelecek olmaz. Tarım olmazsa insanlar etnik yapılar biçiminde biraraya gelerek toplum haline kavuşamazlardı. Toplumsallığın gelişmediği yerde de zekâ, dil, yönetim, savunma, yerleşme, din, teknik, giyim ve etnisite gelişemezdi. Zekâ kaynağını tarımın sağlıklı yapılması konusunda yorulan düşünce ve pratik emekte bulur. Dil tarım etrafında beslenebilen ve biraraya gelebilen insanlarca inşa edilebilir. Yönetim tarımla üretilen besinin toplumsal kullanımı kadar oluşan toplumun organizasyonu ve birarada kalarak yaşamasının sağlanmasıyla gelişir. Savunma her şeyden önce tarım alanı ve bilgisinin sonra ise bu odak etrafında oluşan toplumun savunulması olarak gelişir. Yerleşme tarımın sağladığı beslenme imkânıyla olabilmiştir. Din, tarım devriminin ortaya çıkardığı toplumsallığın kutsanmasıyla varlık bulabilmiştir. Teknik olarak alet kültürü tarım ve savunmanın sonucu olarak gelişebilmiştir. Tüm bunların toplamıyla dönem toplumsal formu olan kabile " aşiret düzenleri (etnisite) tarım devriminin etrafında inşa edilebilmiştir. Toplumu var edebilen böyle bir kaynağın ortadan kaldırılması, soykırım düzeninin topluma ve toplumsal ekonomiye vurduğu en büyük darbedir. Ekonomisi yok edilen toplum aç kalmaya, köleleşmeye, serfçileşmeye ve işçileşmeye mahkûmdur. Başkalarının egemenliğinde aç bırakılarak terbiye edilmek soykırım düzeninin temel politikasıdır.
Beşinci temel alan ise kadın ve kadın toplumsallaşmasıdır. Kadın toplumsallaşması toplumsallığın hem kök hücresi hem de en sağlıklı halidir. Kadın toplumsallığı toplumun tam da kendisi demektir. Toplumsallığın inşasında kadın erkeğe göre merkezde yer alır. Toplumsal tarih bunun ispatı olarak ortadadır. Kadın, biyolojik ve toplumsal doğurganlığıyla toplumu var kılan, çoğaltan, zenginleştiren, üreten temel cins konumundadır. Bundan dolayı soykırım düzeninin yaptığı ilk iş, kadına ölümcül darbe vurarak, kadını egemenliği altına almak olur. Kadın ve erkeği birbirinden ayrıştırarak toplumu parçalamak ve kadını erkeğin hâkimiyeti altına koyarak her türlü köleleştirmeye açık hale getirmek bu düzenin temel yaşam halidir. Kadına dayalı toplumsallık parçalanmadan hiçbir soykırım düzeni hayat bulamaz. Bundan dolayı da soykırım sistemi önce kadınları vurmakta, böylece toplumun temel inşa ve anlam gücünü kırarak toplumu egemenlik altına alabilmektedir. Sümer devlet düzeninden günümüz kapitalist soykırım düzenine kadar gelen tüm tekelci sistem gerçeği kendisini kadının köleleştirilmesi üzerine inşa eder.
Altıncı temel alan ise toplumun varlık harcı olan ahlak ve yürütülüşü olarak politika alanlarıdır. Toplum içinde söylenen "ar perdesi yırtılmak" gibi, toplum da ahlaksız kılındıkça dağılmaya, parçalanmaya, yabancılaşmaya ve sürekli kriz hali yaşamaya başlar. Toplumsal biraradalığı sağlayan ahlak olmazsa komünal değerler olarak vicdan, hakikat, ortak yaşam, sevgi, saygı, empati, anlam gibi değerler ortadan kalkar. Buda toplumun ortadan kalkması demektir. Aynı şekilde politikasız toplum kendisini geliştiremeyen ve yönetemeyen toplum demektir. Politikasız kalmış toplum yabancı yönetime mahkûm kalır. Yabancı yönetim ise bir sömürü ve gasp yönetimi olarak soykırım düzeninin tam da kendisidir.
Yukarıda ifade ettiğimiz altı madde varlığın kendisi olan, bir toplumu belirleyen, toplumsal varlığı inşa eden ve kurgulayan değerlerin başlıcalarını ifade etmektedir. Soykırım düzeniyle beraber ortaya çıkan ikinci unsur, toplumsal varlığı kendilik olmaktan çıkaran, varlığın temellerini ortadan kaldıran gelişmelerdir.
Soykırım düzenini tekel kavramıyla tanımlamaktayız. Tekel toplumsal artı ürüne el koyma, gasp etme amacıyla inşa edilmiş bir eşkıya düzenidir. Kendisini devlet, sınıf ve kent üçlüsüne dayalı olarak inşa eder. Ekonomik, askeri, politik, ideolojik, ticari ve her alanda tekel kurarak varlığını sürdürür. Tarihte ilk Sümer devletinden başlamak üzere günümüze kapitalist soykırım düzenine gelene kadar tekelcilik kendisini aynı mantık üzerinden inşa etmiştir: Toplumu toplum olmaktan çıkarmak, artı ürünü gasp ederek daha fazla kâr elde etmek ve sömürmek.
Böyle bir tekelci ? soykırım düzeni kendisini temelde iki tarzda hayata geçirir. İlki fiziki soykırım olurken ikincisi kültürel soykırım olmaktadır. Bu iki tarzın altında yatan temel uygulama ise asimilasyon olmaktadır. Asimilasyonda amaç toplumu tekele karşı uysallaştırmak, sistem açısından köle haline getirmektir. Bu da yine toplumsallığın dağıtılması anlamına gelmektedir. Toplumsal kültürün terk edilerek tekel kültürüne uşaklık yapmak temel yaşam tarzı olarak dayatılmaktadır. Buna ikna olmak ya da zorla ikna edilmek kullanılan temel yoldur. Asimilasyonun sonuç almadığı durumlarda devreye soykırım düzeni girmektedir. Önder APO fiziki soykırım yöntemin şöyle tanımlar;
"Fiziki soykırım yöntemi genellikle hâkim elit kültürüne, yani ulus-devlet kültürüne göre üstün konumda olan kültürel gruplara uygulanır. Bunun tipik örneği Yahudi kültürüne ve halkına uygulanan jenositlerdir. Tarih boyunca Yahudiler hem maddi hem de manevi kültür alanında en güçlü kesimleri oluşturduklarından, karşıt hâkim kültürlerin fiziki darbe ve imhâlârına maruz kalıp, sık sık pogrom denilen soykırımlara da uğratılmışlardır".
Fiziki olarak uygulanan soykırım yönteminin en temel nedenini soykırıma maruz kalan toplumun kültürel güçlülüğüdür. Kültürel olarak eritilememek, yok edilememek fiziki soykırıma sebep sayılır. Tekelci güç kültürel olarak başarı kazanamayınca çareyi bir toplumu ya da grubu total olarak fiziki kırımdan geçirmekte bulur.