GEÇMİŞ, BUGÜN VE GELECEK BAĞLAMINDA KÜRT RÊYA HEQ-ALEVİLER
27 Hezîran 2019 Pêncşem
İslam Ansiklopedisi?nde Alevilik doğrudan Hz. Ali ve soyu ile irtibatlandırılmakta ve inancın İslam ile birlikte ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Dolayısıyla Hz. Ali ile irtibatlandırılan Alevi kavramının Şii çıkışlı ve Sünni İslam destekli bir yorum ve çaba ile oluşturulduğu belirtilebilir.
Rêya Heq-Alevilik Adı ve Kavramı
İnançlar kültür değerlerinin ayırt edici özelliklerinin başında gelir. Etnik kültürün oluşumunda da din ve inanç kültürü oldukça belirleyicidir. Bu açıdan Kürt toplumunun inanç değerlerinde olup, diğer inançlarda bulunmayan olgular, onları farklı kılan başlıca kültür değerleridir. Bilindiği gibi Êzidilik tümüyle, Yarsanilik ve Rêya Heq-Alevilik ise üzerine kurulup inşa edilen değerleri itibarıyla Kürdistan merkezlidir. Bu inançlara bakıp Kürt toplumunun geçmişini tanıyabilir, günümüzdeki sorunlarını çözebilecek dayanaklar bulabiliriz.
Aleviliği, özelde Kürt Alevilerini inanç kültürleriyle ele alacağımız bu değerlendirmemize, kimilerine yeni gelebilecek Rêya Heq (Ra?a Heq) adının anlamını çözerek giriş yapmamız yararlı olacaktır. Aleviliğin en güzel ilkelerinden biri ?Yol bir, sürek bin birdir? ilkesidir. Bu ilke, Aleviliği Alevilik yapan temel ilkeleri kabul etmek kaydıyla, her halkın kendi özgün kültür değerlerini koruyarak Aleviliği yaşaması anlamına da gelir. Aleviliğin bu demokratik özelliğinden hareketle her Alevi topluluğu kendini kendi dilinde adlandırmış, kendi inanç kimliğine ?Benim süreğim? demiştir. Zaten Alevilik her halkın kendi etnik kimliğini ve süreğini dile getirmesini bir bakıma zorunlu kılmıştır. ?Aslını inkar eden haramzadedir? ilkesi bunun ifadesidir.
Rêya Heq veya Ra?a Heq kavramı, tüm Alevilerin bildiği ve inandığı ortak en büyük kutsal ilah olan ?Heq?ın Yolunda Olanlar? demektir. Bu adlandırma oldukça anlamlı olup inancın özüne yakın durmaktadır. Hemen tüm inançlarda isim böyle oluşmuştur. Yahudi Yahova adlı Tanrıya, Hıristiyan ise İsa Mesih?in Yunancası olan Hristos?a inanan demektir. İslam, inanılan Allah?a teslim olmayı ifade eder. Zerdüşti Zerdüşt?ün, Manici Mani peygamberin, Budist Buda?nın yolunda giden demektir. Görüldüğü gibi tüm inançlar bizzat inanılan büyük kutsalların isimleriyle adlandırılmıştır. İnançlarda kavramlar ruhtur ve çok önemlidir. Bedenin ruhla en iyi göründüğü düşünce sistemlerinin inançlar olduğunu belirtmek, bir hakikate parmak basmaktır. Dolayısıyla ad ve kavramları gelişigüzel kullanmak inançları kökünden kopartır ve kurutur.
Bugün yaygınca kullanılan Alevi adının geçmişi fazla eski değildir. Araştırmacı Erdoğan Aydın bu adlandırmanın 19. yüzyıldan itibaren kullanıldığını belirtmektedir. Alevilik-Bektaşilik araştırmalarında Türk milliyetçilerince yönlendirildiğini, Kürtlerin Aleviliğin oluşumundaki rollerini önce küçümsediğini, ancak daha sonra gerçeği gördüğünü itiraf eden Irene Melikoff da, Alevi isminin Türkiye'de son zamanlarda eskiden Osmanlılarca teşhir amaçlı kullanılan Kızılbaş yerine kullanılmaya başlandığını belirtmektedir. Alevi kavramının yeni olduğunun bir diğer göstergesi de, Kürt Rêya Heq inancını paylaşanların kendilerini adlandırmalarında görülür. Televizyonun henüz yaygın olmadığı seksenlerin sonlarına kadar Kürdistan'ın Alevi köylerinde, ?Siz Alevi misiniz?? sorusuna muhatap olan yaşlıların, ?O da nedir?? dedikleri bilinmektedir. Aynı insanlar, ?Peki, inancınız nedir?? sorusuna, tereddütsüz ?Biz Rêya Heqiyiz? cevabını vermişlerdir.
Alevi adı hakkında en yaygın yorum, ?Hz. Ali taraftarlığı? anlamına geldiği yönündedir. Arapçada taraftar ?şia? demektir. Hangi dilde Alevi kelimesinin ?taraftar? anlamına geldiğini bilmiyoruz. Dolayısıyla bu bağ üzerinden yorum geliştirmek biraz zorlama olur. Alevi kavramının etimolojik kökenine ilişkin değerlendirmesinde, Faik Bulut, eski Zerdüşt-Mazda dilinde ateşin bir adının da ?arr? olduğunu, Arrawi (ateşperest) sözcüğünün sonradan bozulmuş olabileceğini, Hz. Ali?yle bağdaştırma döneminde ?Alevi?ye dönüştürülüp dönüştürülmediği meselesinin ise yeterince irdelenmediğini belirtmektedir. Bulut?a göre, eski Sümer metinlerinde geçen ?Al? sözcüğü ?ateş ruhu? demektir. Araplarda ?ateş ruhunu benimseyenler? anlamında ateşe tapanlara ?Alaui-Alawi? denilmektedir. Bu da Türkler arasında ?Al+cı? veya ?Al+avcı? şeklinde dile getirilip Alevici-Alevi biçimine dönüştürülmüş olabilir. Aynı şekilde eski Farsça ve Kürtçede ateşin alevine ?Alaw? denilir. Aleviliğin de ?Alaw?dan gelmiş olması mümkündür. Zerdüşti gelenek içinde kendine has bir inanç olmayı başarmış Aleviliğin, dışarıdan bir adlandırma olarak ?ateşe tapanlar? anlamında ?Alawi, Alevi? kavramından türetilmesi olasılığı, ?Ali taraftarı? yorumundan daha mantıklıdır ve daha kültürel durmaktadır.
Aleviliği Hz. Ali taraftarlığı olarak anlamlandırmak, İran merkezli bir ideolojik algı operasyonunu andırmaktadır. Çünkü İran?da Alevi denildiğinde, direkt Hz. Ali yandaşlığı anlaşılmaktadır. Aleviliği Şiiliğin bir kolu yapma amacı böyle bir yorumu yaygın hale getirmiş olabilir. Safevilerin Osmanlılara karşı Alevilerle ittifak yapması bunda rol oynamış olmalıdır. Sünni uleması ve kaynaklarının önemli bir kesimi de bu tanımı kabul eder görünmektedir. İslam Ansiklopedisi?nde Alevilik doğrudan Hz. Ali ve soyu ile irtibatlandırılmakta ve inancın İslam ile birlikte ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Dolayısıyla Hz. Ali ile irtibatlandırılan Alevi kavramının Şii çıkışlı ve Sünni İslam destekli bir yorum ve çaba ile oluşturulduğu belirtilebilir.
Kürt halk tarihi içinden süzülüp gelmiş inançların iktidarcı İslam mantığı ile adlandırılması sadece Alevi isminin ?Ali yandaşlığı? şeklinde ifade edilmesiyle sınırlı değildir. Benzer bir mantığı Yarsanlara Ali-İlahiler denilmesinde, yine Êzidileri ?Yezid taraftarları? gibi gösteren İslamcı yorum ve değerlendirmelerde görüyoruz. Bu yaklaşım Kürt-Kürdistan kökenli bu üç inancı adlandırma ve İslam ile ilişkilendirmede bilinçli ve amaçlı bir çalışmanın olduğunu göstermektedir. Burada söz konusu olan, sadece inançlara isim bulmak değildir. Tüm içeriğini ve değerlerini elden geçirip Kürt ve Kürdistaniliğini unutturma ve uygulanacak baskılara meşru zemin yaratma amacının güdüldüğü de açıktır.
Görüldüğü gibi, hangi mantıkla kullanılmış olursa olsun, Alevi kavramının yeni olduğu hususu tüm araştırmacıların ortak kanaatidir. İsim-kimlik ilişkisinde Alevi kavramının yetersiz kaldığını ve inançlarda adlandırmanın en temel inanç değeriyle doğrudan bağlantılı yapıldığını bildiğimize göre, Alevi adından önce içerden ya da dışarıdan bu topluluğa ne ad verildiğini araştırmak çok daha önemli olmaktadır. Dışarıdan verilmiş adlar hakkında, araştırmacı E. Aydın, ?Aleviler başta Kızılbaşlık kavramı olmak üzere tarikat (Hayderi, Kalenderi, Bektaşi, Vefai, Babai, Hurufi vb.) veya boy (Çepni, Tahtacı, Zaza, Avşar vb.) veya yerel isimleriyle (Nusayrilik, Ehl-i Hak, Babekilik, Hürremilik, Ali-İlahilik, Yaresanlık, Kakailik, vb) anılmıştır. Anadolu?nun siyasal egemenleri olan Selçuklular ve Osmanlıların resmi dilindeyse, Aleviler, ?zındık? (münafık, Allahsız, ahirete inanmayan), ?rafizi? (bırakmış, sapkın), ?mülhid? (dinsiz) gibi suçlayıcı kavramlarla nitelenecektir? demektedir. Bu adlandırmalar içinde Kızılbaşlığın Osmanlılarca yaygınlaştırıldığı ve teşhir amaçlı kullanıldığı açıktır. ?Tarikat? odaklı isimlendirmeleri kabul edersek, ana akım inancın adının ne olduğu sorusu gündemleşir. Hiçbir inanç etnik kimlikle adlandırılmamıştır. Zaten bu pek mümkün de değildir. Yerel isimlendirmeler kategorisindeki kavramlar daha kapsayıcı görünmektedir.
Bu belirlemelerden yola çıkarak, bugün Alevi denilen inancın Kürdistan, İran ve Irak?ta, daha genel anlamda Zagroslar ve Mezopotamya?da Aryen kültür kodlarından Zerdüştlüğün kollarından birini ifade ettiği veya birden fazla kaynaktan beslenip, her inanç ve dinde olduğu gibi zaman içinde kendisini yenileyerek oluştuğu belirtilebilir. Örneğin Hz. İbrahim?in Samilerde tek tanrılı semavi geleneği başlatmasında olduğu gibi, Zerdüşt?ün de Aryen dini düşünce geleneğinde felsefe, ahlak ve din iç içeliğini formüle ederek yeni bir yol açtığı söylenebilir. Zerdüştlükten sonra gelen tüm Aryenik inançlar bu yolu kendi zamanlarına göre yenileyip takip etmişlerdir. 3. yüzyılda Maniciliğin, 7. yüzyılda Mazdekiliğin bu geleneği takip ettiği açıktır. Bununla Rêya Heq-Alevilik, Yaresanilik ve Êzidilik Zerdüştlüktür demiyoruz. İslam nasıl İbrahim?in getirdiği din değilse ama yine de İbrahimiyse, bu inançlarla Zerdüştlük arasında da benzer bir bağ vardır. Her üç inancın büyük pirleri, örneğin Yaresanlarda 15. yüzyılda Sultan Sahak?ın yaptığı gibi, zaman içinde inançlarına biçim verip yeniden oluşturmuşlar, yeniden ve yeniden diriltmişler ve yol sürdürmüşlerdir.
Rêya Heq-Ra Heq kavramının Kürtlerle bağlantısını önemsediğimiz için bunları belirtmiyoruz. ?Alevilik nedir, nasıl bir inançtır, Aleviler neye inanır?? gibi soruların yanıtını kendi içinde taşıdığı için bu ismi önemsiyoruz. Önemli bir inançsal kimlik değerini ve topluluğu etrafında toplamış olan kutsal varlığı ifade ettiği için, Rêya Heq kavramını çözümleyerek birçok önyargı ve yersiz nitelemenin önüne geçilebilir. Bunları belirtirken, Alevi adı kullanılmasın demiyoruz. ?Alevi?nin günümüzde en yaygın kullanılan ve kabul gören bir kavram olduğu açıktır. Tüm sürekler genel ve ortak ad olarak bu kavramı kullanmakta, bu yararlı da olmaktadır. Belirtmek istediğimiz, Alevi kavramının anlamsal olarak oldukça kapalı, neyi ifade ettiği pek anlaşılmayan, hangi sembol ve ilkelerden doğduğu ve hangi kutsal değerle doğrudan ilişkili olduğu net olmayan bir kavram olduğudur. Dini inancı adlandırma mantığı ve yöntemine göre de Alevi kavramı dar ve yetersiz kalmakta, nereden ve nasıl doğup kullanılmaya başlandığı tam bilinmemektedir. Kürt Alevilerin Alevi kavramının yanı sıra sıklıkla kullandıkları Rêya Heq?Ra?a Heq kavramı, Aleviliğin ?Hakk Yolu? inancı olduğunu inanan ve inanmayan herkese hatırlattığı için çok daha doğru ve faydalıdır. Böylece Aleviliğin nasıl bir inanç olduğu sorusu, adıyla kolay yoldan yanıt bulmuş ve Alevi çocukların yaşadığı kimlik bunalımının inançsal boyutu önemli oranda giderilmiş olacaktır. Sonuç olarak, Rêya Heq Kürt Alevi süreği demektir. Araştırmalar Rêya Heq süreğinin Aleviliğin serçeşmesi olduğunu giderek güçlü kanıtlarla göstermektedir.
Aleviliğin İnançsal Özellikleri ve Toplumsal Bağları
Heq kavramı Rêya Heq inancında kilit konumda olup Yahudilikte Yehova?ya, İslam'da Allah?a denk düşmektedir. Türkçe sözlüklerde ?Heq? kavramı Hak şeklinde genelde Arapça, kimi yerlerde de İbranice ile bağlantılı kılınmaktadır. İslam Ansiklopedisi?nde Heq?ın, Arapçada isim olarak ?gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey?, I?branîcede ise ?Tanrı veya insanlara karşı ödev, hukuk, imtiyaz? anlamına geldiği belirtilir. Sevan Nişanyan, Sözcüklerin Soyağacı adlı çalışmasında, bunun ?Haqq? şeklinde Arapça bir kavram olduğunu ve ?doğruluk? anlamına geldiğini ortaya koyar.
Kürtlerin kendilerini Heq kutsalı ile irtibatlı olarak tanımladıkları bilinmektedir. Bunun yanı sıra Alevi inancının temel özelliklerinin şekillendiği toplumsal biçimi anlamak da önemlidir. Tüm inanç sistemleri ve dinler, aynı zamanda belli bir toplumsal forma tekabül ederler. İnançlar için bir diğer belirleyici husus ise, içinde şekillendikleri köklü toplumsal mücadeleler olmaktadır. Dolayısıyla Aleviliği anlamak ve hakkında doğruya yakın görüşler belirtmek için, Aleviliğin tekabül ettiği toplumsal formla birlikte kutsadığı değerlerin anlamını oluşturan ideolojik ilkeleri ve mücadelesini tanımak gerekir.
Toplum tarihi boyunca inançlarla toplumsal formlar arasında doğrudan bir ilişki kaçınılmaz olmuştur. İnançlar ve dinler herhangi bir toplumsal formun zihniyetini ve ahlak kurallarını ifade etmiştir. Kısaca da olsa, toplum tarihine göz atarak, Rêya Heq Aleviliğinin temsil ettiği ilkelerin hangi toplumsal form içinde şekillenmiş olabileceğine ilişkin görüş belirtmeye çalışacağız.
Toplumun ilk formu klandır. 20-30 kişilik insan gruplarından oluşan klanlar milyonlarca yıl yaşamıştır. Primitif düşünce düzeyinden araç yapacak kadar ilerlemiş düşünceye geçen klanlar, etraflarındaki nesnelerle ilişkilerini adlandıracak kadar somut düşünecek bir gelişmeyi yaşadılar. Klanın inanç biçimi animizm, yani canlıcılıktır. Her şeyi kendisi gibi düşünen insanın dini olan animizm, klan zihniyetinin yansımasıdır.
Toplumsal yaşamda ikinci form kabiledir. Toplumsal yaşam tarım ve köy devrimiyle birlikte kabile formuna geçmiştir. Kadın öncülüğünde gelişen tarım ve köy devrimi, zihniyet olarak komünal ve demokratiktir. İlk yerleşik yaşam mekanı olan köy, Kürtçede anne ile aynı anlamda ?Dê? veya ?Dewe? olarak kavramsallaştırılmaktadır. Soran lehçesinde köy?e karşılık gelen Ladê, ?anne tarafı, annenin yanı? anlamına gelmektedir. Kabile yaşamında yurt edinme zihniyeti gelişmekte, her kabile kendi kimliğini kendi inancıyla ifade etmektedir. Her kabilenin kendine has kutsal yerleri ve nesneleri oluşmuştur. Böylece kabile ilk ve en etkili etnik kimlik gerçekliği olmaktadır. İnançlar arasındaki farklılıklar kendini ritüeller üzerinden yansıtmaya başlamış; bugünün kavramlarıyla her kabilenin ?bayrağı, ülkesi, anayasası, başkenti? oluşmuştur.
Kabile toplumu ile birlikte veya az sonrasında gelişen bir diğer toplumsal form ise aşirettir. Toplumun aşiret formu kazanmasında, biri iç diğeri dış iki temel faktör rol oynamıştır. İç etken köy toplumunun yaşadığı bilimsel teknik gelişme, dış etken ise devletçi uygarlığın gelişen saldırılarına karşı savunma ihtiyacıdır. Komünal demokratik toplumun yaşadığı teknik gelişmeye tekabül ettiği için, aşiret formu doğal toplum formudur. Devletçi uygarlıktan gelen saldırılara karşı gelişen bir form olmasıyla da komünal demokratik toplumun ilk savunma ve direniş değerlerini hem oluşturmakta hem de temsil etmektedir. Dolayısıyla aşiret aynı zamanda toplumun devlet yerine ahlaka ve komünalliğe dayalı bilinçli, planlı ve sistemli siyasallığının gelişmesini ifade etmektedir. Aşiret toplumu demokratik ve siyasi bir toplumdur. Toplumun iç ilişkileri kan bağına ve bireyin vasıflarına bakılarak belirlenmektedir. Topluma en çok hizmet eden kişinin en çok kabul gördüğü sistem aşiret formudur. En ahlaklı, adil ve cömert kişi aşiret lideridir. Kendini değil toplumunu düşünen ve gerektiğinde kendini feda etmekten çekinmeyen kişi de kahramandır. Kahramanlık kültürünün aşiretler döneminde şekillendiği ve hemen her toplumda bu kültürün efsanelerle hafızalara yerleştirildiği anımsanırsa, yaşanan gerçekliğin ne kadar çarpıcı olduğu daha iyi idrak edilmiş olur.
Devletçi sistemle en çok çarpışan güçler kabile ve aşiretlerdir. Sümerler döneminde devlet insanları köleleştirmek için saldırmış, kabile ve aşiretler köleleşmemek için direnmiştir. Aşiret direnişi sadece askeri anlamda bir direniş olarak anlaşılmamalıdır. Kültürel olarak da büyük direnişler sergilenmiştir. Başta destansı sözlü edebiyat anlatımı olmak üzere, müzik ve şiir bu döneme çok şey borçludur. Saldırılar geliştikçe aşiretlerin savunma amacıyla dağlara, çöllerin içlerine ve ormanların derinliklerine çekildikleri ve gerilla taktiğiyle kendilerini korumaya çalıştıkları kanıtlanmıştır. Tüm bu direnişler için gerekli ideolojik kimliğin gelişimini de buna eklemek gerekir. Direnişte asıl belirleyici unsur, manevi güç veren ideolojidir. Daha doğrusu, aşiret kültürünü oluşturan din temel güç kaynağıdır. Bunun iktidarı meşrulaştıran din olmadığı da kesindir. Doğru bir tarih bilinci edinmek için, köle olmak istemeyen toplumun ilk bilinçli ve sistemli örgütlenme biçiminin kabile ve aşiret formu olduğunu, bununla iç içe, kabile ve aşiretlerin esas aldıkları dinlerin özgürlük ideolojisinin ilk biçimleri olduklarını iyi bilmek gerekir.
Kabile ve aşiretlere saldıran devletlerin kullandığı en temel silahları da her zaman ideolojileri olmuştur. Aşiretler gibi devletlerin de ilk çağların temel düşünüş biçimi olması nedeniyle dinle iş yaptığı ve hakimiyetini dinlere dayandırdığı bir kez daha hatırlanmalıdır. Dolayısıyla devletçi uygarlığın topluma saldırısı ve uygarlık güçlerinin kendi aralarındaki savaşı din savaşları şeklinde olmuştur. Kimlik ve kültür oluşturan bu mücadelede kullanılan ideolojinin dinsellik anlamında neyi nasıl tanımladığına bakarsak neler görebiliriz?
Sümer mitolojisinde Sümerlerin kendileri ve saldırdıkları Hurri (Aryen) ve Semitik kabileler için yazdıkları, bu sorulara cevap olacak eldeki ilk belgeler niteliğindedir. Zerdüşti metinler, Tevrat ve Arap kabilelerin İslam öncesi yaşamlarını göz önünde bulundurarak, tarihsel gerçekler hakkında birkaç şey belirtilebilir.
Kabile ve aşiret zihniyetine tekabül eden inançlara göre, dünya rızıklanan bir yerdir. Dürüst çalışılırsa herkes rızıklanabilir. Devletçi uygarlık dinine göre, dünya imtihan yeridir. Tanrı kime isterse ona rızık verir. Kabile ve aşiret algısında insan değerli ve kutsaldır. Egemen ve iktidar olanlara göre, insan ancak hizmet için vardır; kutsal olanlar sadece kendileridir. Kabile ve aşiret ruhunda, doğa ve doğa üzerindeki canlılar da iyi ve yararlı varlıklardır, içlerinden bazıları kutsaldır, dokunulmamalıdır. Devlet sahiplerine göre ise, yeryüzündeki her şey insana hizmet için bahşedilmiştir. Tüm bu varlıklar insanın tasarrufundadır. Kabile ve aşiret inancına göre insan cömert ve adil olmalı, haksızlık etmemeli ve muhtaç kimse bırakmamalıdır. Bunların tersi en ayıplı durumlardır. Muhtaca yardım, yaşamın bir kuralı olmalıdır. Egemenler dünyasına göre, her insan daha önce belirlenmiş kaderini yaşamaktadır. İçinde bulunduğu durum kötüyse hayır işlemek için müdahale etmek gerekir denilse de, bu yapılmazsa kötülük edilmiş olmaz inancı hakimdir. Kabile ve aşiretlerde insan iyi olmak zorundadır. Kötülük ederse, kabile-aşiret için utanç verici duruma düşmüş olur. Bunun için kötülük edenin toplumsal yaptırımlarla yolla getirilip düzeltilmesi esastır.
Egemenler insanın bu dünyadaki varlığını günaha bağlamıştır. Bu dünya yaşamı günahkar olunduğu için yaşanmaktadır. Önemli olan, günahlarını affettirecek hizmete bulunmaktır. İnsan iyi olduğu gibi kötü de olabilir. Kötü insana tembihte bulunup uyarmak iyidir; ancak asıl sorgulama ve hesap isteme öte dünyada olduğu için, bu dünyada düzeltici müdahalelerde bulunmaya gerek yoktur. Bu kural özellikle egemenlere böyle uygulanırken, yoksullar toplumsal kültüre göre değil, devletin kanunlarınca cezalandırılır. Kabile ve aşiret algısında öte dünya yoktur. Olsa da, çok belirgin ve yaptırım gücü olacak kadar etkili değildir. Sorgu sual bu dünyadaki yaşamdadır. Devletleştirilmiş dinlerde aslolan öte dünyadır. Aslında olmayan, üzerinde yaşadığımız maddi dünyadır. Sorgu ve sual öte dünyada olacaktır. Kabile ve aşiret kültüründe atalarının iyi tecrübelerini ?nesep bilimi? ile destanlaştırıp sözlü aktarımla yeni kuşaklara vermek esastır. Bu iş hafıza kayıt defteri işlevindedir ve tarih aktarımı işlevini de görmektedir. Devlet sahiplerine göreyse, gelmiş ve geçmiş sadece kendileri oldukları için, sadece kendileri önemlidir. Yazılı metinlerle kural belirlemek esastır.
Kabile ve aşiretlerde söz çok önemlidir. İktidar sahipleri için kendileri dışındaki insanların sözünün pek anlamı yoktur. Kabile ve aşiretlerde yaşam ahlaki kurallarla belirlenmiştir. İktidardakiler ise hukuk kurallarını esas alırlar. Kabile ve aşiret yaşamında kadın birçok yerde son sözü söyleyecek kadar önemli ve etkilidir. Devlet ideolojisinde ?kadının adı yoktur?. Kabile ve aşiretler dini ritüellerini kadınlı, erkekli ve çocuklu yaparlar. Devlet ideolojisi haline getirilmiş dinlerde, toplu ibadet erkeklere mahsustur. Kadın ile erkeğin birlikte ibadet etmesi günah sayılmaktadır. Kabile ve aşiretlerin din ve ritüelleri çok katı kurallarla belirlenmemiştir; özü bir, ancak pratik uygulaması farklı olabilir. Katı kural uygulaması da olan iktidar ve devlet kültüründe, bazen bir harf hatası bile günah sayılmaktadır. Kabile ve aşiretler inançta öze çok önem verirken, devletçi uygarlık sahipleri biçimi önemserler. Kendi aralarındaki ilişkileri kutsallarına da yansıtan kabileler aşirete, aşiretler ise aşiret federasyonuna dönüşebilir. Kabileler arası anlaşmalar kutsal sayılıp geri dönülmesi çok zor bir adım niteliğindedir. İktidar sahipleri, özellikle imparatorluk mantığındakiler sadece kendi kutsallarının olmasını ister ve dayatırlar.
...
(Bu yazının devamını sitemizde pdf dosyası olarak ?Kürdistan?da Yaşayan Halklar ve İnançlar? konulu Komünar dergisinden okuyabilirsiniz.)