MODERN ZAMANIN KÖRDÜĞÜMÜ VE UMUDU: KÜRTLER

22 Adar 2014 Şemî

Ne siyasal durumun avantajı, ne en eski halk olma durumu, ne de kapitalizmin yaşadığı kaos tek başına sorunların çözümünün zeminidir. Hatta bunların hepsinin birlikte olması bile kendiliğinden bir çözüm yaratmaz.Büyük soykırım tehlikesi durumu devam etmektedir.

Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi

 Bina yapmayı biliyor musunuz? Pek çoğunuz yok dese de, bir kısmınız evet diyecektir. Bina yapılırken neye dikkat edilmeli diye sorarsak daha fazlanız görüş belirtebilecektir. Binanın yapılması için gerekli malzeme, binayı yapacak işçilerin işlerinin ehli olması, binanın yapılacağı yerin uygunluğu diye sayılmaya başlanacaktır.

Pek çok görüş dile gelse de ilk akla gelmesi ve ilk yapılması gereken şey binanın yapıldığı yerin doğru tespit edilmesine dikkat etmek olacaktır. Evet, gerçekten bir binayı nerede yapacağımız çok önemlidir. Her yerde aynı özelliklerde bina yapılmaz. Sel yatağı üzerinde yapacağınız binanın tedbir alınmazsa sonu su altında kalmak ya da yıkılmaktır. Heyelan tehlikesi olan bir yerde yaptıysanız, eğer tedbir alınmazsa binanızın sonu; moloz yığını olmaktır. Bu tür sonuçlarla karşılaşmamak için her şeyden önce binanın yapılacağı yer doğru tespit edilmelidir. Zemin etüdünün sonuçlarına göre inşa çalışması başlatılmalıdır. Genel söylenenlerin aksine aslında her yerde bina yapılabilir ama her yerin bina yapım biçimi farklıdır. Örneğin zemini hiç de uygun olmayan Japonya, bina yapılış tarzındaki ustalık sayesinde depreme en hazırlıklı ülke konumundadır. Bu başarılarında kendi topraklarını tanımaları ve buna göre yaklaşmaları belirleyici etkendir. 

Bu soruyla ve verdiğimiz cevapla varmak istediğimiz sonuç şudur: Toplumsal, siyasal, ekonomik çalışmalarda dahil her türlü işte, işin yapılacağı zemini tanımak çok önemlidir hatta işin başarısı için hayatidir. Örneğin Amerikan toplumu arasında yapılması planlanan bir ekonomi faaliyetinde Amerikan toplumunun ihtiyaçlarını, sosyal özelliklerini bilmeden işe girişilmesi zemin etüdü yapılmadan inşa edilen binaya benzer sonuçlarla karşılaşacaktır. Yükü kitap olan bir çerçinin körler köyünde kitap satma girişiminin başarısız olmasının nedeni de aynıdır. Örnekler çoğaltılabilir.

Somuta gelecek olursak, yıllardır gündemimizde olan komün-meclis örgütlenmeleri de toplumsal yapılanma-kurumsallaşma olmasına rağmen geçmişi ve mevcut durumu değerlendirdiğimizde komün ve meclis örgütlenmelerini gerçekleştiremeyişimizin bir nedeninin de komün ve meclisin kurulacağı toplumu yeterince tanımamamız olduğunu görüyoruz. Tanıdığımızı iddia etsek de tarihsel ve sosyolojik olarak bütünsel bir tanımlamadaki yetersizlikler mevcudiyetini çoğunlukla korumaktadır ve baş sıralardadır. Maalesef çoğunlukla çalışma yürütülen zeminin tahlili üzerinden çalışmaya girişilmiyor. Bütünsel bir anlama ve tanıma çabasının olduğu hallerde de bu tanımlamaya göre bir inşa çalışmasının olmaması mevcut durumun bir diğer nedenidir.

Yukarıda bahsi geçen bina örneğinden çok daha karmaşık bir niteliğe sahip olan toplum söz konusu olduğunda, eksik ve yanlış tanımlamalar çok kötü sonuçlar doğuracaktır. Hele hele söz konusu olan Kürt toplumuysa durum daha da karmaşıklaşacaktır. Uzun yıllar ismi bile anılmak istenmeyen, daha sonraları hep sorun diye adlandırılan bir toplumsal gerçekliği doğru tanımlamadan komün ve meclisi nasıl kuracağımız, ne amaçla kuracağımız, nelere dikkat edeceğimiz çok fazla anlaşılmayacaktır.

Kürt gerçeğini politik, ekonomik, sosyal açıdan hem genel hem de her parça özgülünde tanımlamaya çalışacağız. Tabi açımlamaya çalışacağımız Kürt gerçekliğinin tüm toplumsal gerçeklikler gibi yaratılmış bir gerçeklik olduğunu ve özellikle Kürt gerçeği söz konusu olduğunda bu gerçeğin bölge ve uluslararası güçlerin politikalarının bir sonucu olduğunu özelikle vurgulamak gerekir. Bu gerçeğe binaen komün ve meclislerin nasıl bir ortamda, hangi devlet ya da güçlerin,  politikalarının yürürlükte olduğu bir ortamda kurulacağı, kurulması gerektiğine bir bakalım.

 Kürt Gerçeğine Genel Bir Bakış:

Kürt gerçeğini açıklamaya çalışan pek çok kimse kapitalist modernite unsurlarının etkisinin pek gelişmediğini, kapitalizmin Kürt gerçekliğinde olup bitenlerle ilişkilerinin olmadığı veya çok sınırlı olduğunu dile getirirler. Hatta Kürt gerçeğinin mevcut durumunun kapitalist moderniteye olan yabancılığından kaynaklandığını iddia eder, “neden kapitalist olmuyoruz?” der, sorunların çözümünü kapitalizmde ararlar. Bu, temel yanlışlardan biridir. Şunu çok net dile getirmek gerekir ki; “eğer kapitalist modernitenin ulus-devlet yapılanması, azami kâr kanunu ve endüstriyalizm olmasaydı Kürt gerçekliği bu durumda olmazdı.”  Kürt gerçekliğinin vatan, ulus, politika, ekonomi, kültür, diplomasi ve daha pek çok alanda yaşadığı durum kapitalist modernitenin unsurlarının direkt etkisiyle oluşmuştur.

Oluşan bu gerçeklik öyle bir hal almıştır ki, tanımlamada bile güçlükler yaşanmaktadır. Tanımlamadaki bu güçlükler olgunun direkt kendisinden kaynaklanmaktadır. Kapitalist modernitenin Kürt gerçeğine bulaşmasının ardından geliştirilen politikalar sonucunda Kürtler varlık olarak bile tanımlanamamanın eşiğine gelmişlerdir. Bu politikalar soykırımlara kadar varmıştır. Ancak Kürt gerçekliğine uygulanan soykırım, dünya ve Ortadoğu’da yaşananlardan ayrıdır. Fiziki soykırımdan çok, zamana yayılmış bir kültürel soykırımla iki yüzyıla yakın bir süredir yüz yüzedir ve bu soykırım örtülüdür. Bu soykırımın en acı yanı ise, kendi olmaktan zihnen vazgeçişi yaratmasıdır. Bu vazgeçiş sonucu gelinen yer tüm boyutları ile birlikte değerlendirildiğinde Kürdistan’ın tüm parçalarında görülen ortak noktalar şunlardır: Parçalanmışlık, nesneye dönüştürülmüşlük, eritilmişlik ve kendisi olmaktan çıkarılmışlık.

Kürt gerçeğinin bu durumuna sebep olan, etkide bulunan, aynı zamanda soykırımın bir parçası olarak da nitelendirilebilecek önemli bir etken vatansızlaştırmadır. Kürtler, dünyanın pek çok yerinde mülteci konumuna düşürülmüşlerdir. Maddi üretim ve kültürün oluştuğu alan olarak vatandan yoksunluk sadece maddi kültürden yoksunluk değil, evsiz ve ruhsuz bırakılarak hem maddi hem de manevi kültürden yoksun duruma düşmeyi ifade eder. Kürtler evsizlik ve ruhsuzluk durumunu yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar. Vatansızlaştırma ve insansızlaştırma Kürtler ve Kürdistan üzerinde yoğun şekilde uygulanmış ve uygulanmakta olan vazgeçilmez politikalardandır.

Kürt toplumu dinin etkisinin yoğun yaşandığı bir toplumsal gerçekliğe sahiptir. Farklı inançlardan kesimler olsa da çoğunluğu İslam dinine mensuptur. İslam dininin geleneksel etkisi Kürtler üzerinde halen kendini yoğun şekilde göstermektedir. İktidarın dayattığı İslam’a karşı kültürel İslam’ı tarih boyunca yaşamıştır. Geçmişte sivil toplum kuruluşu rolünde olan tarikatlar iktidarların çok yönlü oyunlarıyla kitleleri kandırma ve kendi politikalarına göre örgütleme aracı haline gelmişlerdir. Bu yolla iktidara yakınlaştırılarak, kullaştırılarak, kendi olmaktan çıkarılmak istenmektedirler. Özellikle Kürtlerin dine bağlılığı istismar edilerek, dinin komplocu tarzda kullanımına büyük ağırlık verilmiştir. Tarikatların geleneksel direnişçi özelliklerinin yerine tersi amaçlar için kullanılmıştır. Bu yolla hem egemenlikleri altında yaşadıkları devletlerin hem de uluslararası güçlerin oyunlarına zemin oluşturan bir hal almışlardır ve bu durum halen çeşitli boyutlarıyla devam etmektedir.

Kürt toplumu bilinen anlamda modern bir sınıfsal gerçeklikten uzaktır. Çoğunluğu fakir diye tanımlanabilecek emekçi-karker kesimlerden oluşur. Gerek Kürdistan’da gelişen özgürlük hareketi, gerekse de kapitalizmin gelmiş olduğu genel konjonktür sonucu yeni bir toplumsal sınıf yaratılmak istenmektedir: Kürt burjuvazisi! Tarih tekerrür ettirilmek istenmektedir; geleneksel feodal işbirlikçilik yerine, modern Kürt burjuva işbirlikçiliği geliştirilmektedir. Güney Kürdistan bunun somut örneğidir. Kürdistan genelinde tüm sermaye gruplarına buradaki ekonomik yatırımlarda öncülük şansı tanınmaktadır. Arabistan Yarımadası'nda Dubai’nin oynadığı rolün benzeri Kürdistan’da Hewler’e oynatılmak istenmektedir. Süleymaniye ve Diyarbakır ikinci ayak olarak düşünülmektedir. Bu temelde siyasi parti ve sivil toplum örgütleri kurulmaktadır. Sanki Kürt davasının emekçisi, takipçileriymiş gibi bir algı yaratmak istemektedirler. Bu şekilde sahte bir Kürtçülük türü de bu projede paravan olarak kullanılmaktadır. Bu oluşumun arkasında bulunan küresel sermaye, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi bu işte belirleyici rol oynamaktadır. Kürt gerçekliğini bu politikalarla birlikte değerlendirdiğimizde, Kürdistan yaşamının ekonomik boyutunu sadece “yaşam ekonomik yaşam olmaktan çıkmıştır” diye tanımlayamayız. Bu yorum dar ve yanıltıcıdır. Ekonomik anlamda yüzde seksenleri aşan bir işsizlik, tasfiye edilmiş bir tarım ve hayvancılık, talan edilen yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynakları ekonomik yaşamın tasfiyesi değil bir halkın tümden tasfiyesi anlamına gelir. Diğer tanımlama ekonomist yaklaşımın sonucudur.

Değerlendirilmesi gereken diğer bir boyut kültürel boyuttur. Kürt kültürü tarih boyunca ana nehir kültürünün gelişiminde etkin olan kültürlerdendir ve aynı zamanda bu kültürden de etkilenmiştir. Uygarlık tarihinin kanlı çatışma sahasında yaşamış olması, varlığını koruyabilmesi için dağ başlarına, kuytuluklara gizlenmesine neden olmuştur. Tüm uygarlık çatışmalarının merkezinde yaşayıp bu güne gelebilmesi bu dağ yaşamıyla bağlantılıdır. Bunun olumsuz sonucu ise, bünyesinde kent kültürüne fazla yer vermemesidir. Kent uygarlığıyla sürekli zıtlık içinde olmuş, kenti kendisini yutan bir karşı-barbar olarak görmüştür. Dolayısıyla geleneksel kabile ve aşiret kültürü varlığını günümüze kadar koruyabilmiştir. Kabile ve aşiret formu Kürt kültürünün temel biçimi, kapları durumundadır. Aşiret kültürünü sosyolojide tanımlandığı gibi kan bağına dayalı bir kültür olarak değil, uygarlığa karşı direnişin belirlediği bir varoluş tarzı ve özgür yaşam kültürü olarak tanımlamak daha doğrudur. Özellikle son çeyrek yüz yılda binlerce yıllık aşiret kültürü de ciddi darbeler yemiştir. Mevcut durumda ne kentli olabilmeyi başaran ne de aşiret kültürünü koruyabilen bir kötürüm durumu yaşayan bir Kürt sosyal gerçekliği mevcuttur. Tüm bunları Önder APO kültürel anlamda büyük bir çürüme süreci olarak tanımlamakta ve bu çürümenin devam ettiğini vurgulamaktadır.

Kürt gerçeğinin tanımlanmasında belirtilmesi gereken bir diğer boyut kadın boyutudur. Kürt kültürünün korunup geliştirilmesinde tarihi role sahip olan Kürt kadını Kürt halk gerçekliğinde olduğu gibi ve ondan daha derin bir kültürel ve varoluşsal soykırımı yaşamaktadır. Genel anlamda toplumsal statüsü yok denecek düzeye düşmüştür. Kadınlık varlıkla yokluk arasındaki ince sınırda yaşamaktadır.

Tüm bu saydığımız noktalarda soykırım politikalarıyla birlikte buna karşı bir direniş ve varolma mücadelesi de gelişmiştir. Özelde kırk yıllık özgürlük mücadelesiyle Kürt halkı tarihindeki en ileri bilinç aşamasını yakalamıştır. Bunun farklı tarihsel dönemlerdekine oranla karakteristik yanı elit bir grup-sınıf ya da partiyi aşmış olmasıdır. Tüm saydığımız politikalara rağmen kendi bilincine varmıştır. Halk olmada önemli olan zihniyet boyutu belli bir aşamaya gelmiş olsa da zihniyetin yapıya kavuşması, somutlaşması konusunda yetersizlikler ciddidir. Politik-ekonomik-sosyal boyutlarda oluşmuş, yaygınlaşmış bir yapısallaşma, mevcut yapıları koruyabilecek bir öz savunma örgütlülüğünün eksikliği göz önündedir. Mevcut durumu ana hatlarıyla da olsa bu şekliyle ifade edebiliriz. Daha iyi anlamak açısından Kürdistan’ın her parçasını ayrı ayrı ele almak daha öğretici olacaktır. 

 

Kuzey Kürdistan

Hem nüfus yoğunluğu, hem de coğrafik alan olarak Kürdistan’ın en büyük parçasıdır. 20 milyonluk Kürt nüfusunun yaşadığı bu parçada, 1800’lü yıllardan bu yana Kürtler üzerinde çok yoğun bir ekonomik sömürü ve soykırım sürdürülmektedir. Osmanlı imparatorluğunun yıkılışının ardından, ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti ve batılı kapitalist güçler tarafından bu coğrafyada sürdürülen ekonomik sömürü, diğer parçalarda sürdürülmek istenen ekonomik baskılara da, sömürüye de öncülük ve örnek teşkil etmiştir.

Kürdistan yüz yıla yakın bir süredir T.C. tarafından bir oligarşik diktatörlükle yönetilmektedir. Son yıllara kadar Kürtler, varlıkları bile kabul edilmeyen bir konumdaydılar. Sadece Kürtler değil, T.C. içindeki tüm farklı etnik, dini, politik unsurlar, ulus devletin homojen toplum oluşturma stratejisine göre hareket eden siyasi mühendislerince çok yönlü imha-inkâr politikalarına maruz bırakılmışlardır. Bu politikaların önceliklerinden biri, tarihsel bir ihanet ve işbirlikçilik alt yapısı bulunan üst tabakasının kültürel ve politik olarak teslim alınmasıdır. Geriye kalan ana kitleyi ise kolektif Kürtlükten uzaklaştırmak için gerek fiziki, gerek siyasi ve kültürel soykırım politikalarını kesintisiz ve yoğun bir şekilde uygulamıştır. Bu politikalar sonucu ortaya çıkan sınıfsal gerçeği Rêber APO şu şekilde dile getirmektedir: “Ortada ne bilinçli ve kültürlü olarak bir Kürt burjuvazisi (Zaten buna niyet bile edilmedi) ne de çağdaş proleter veya küçük burjuva sınıf vardır. Bu durumda gölge veya sanal sınıflardan bahsetmek gerekiyor.”

Kürt soykırımında T.C. tarafından kullanılan temel yöntemlerden biri, egemen kültür dışındaki tüm kültürleri yasaklayan, yok sayan, suç sayan politikalar olmuştur. Farklı kültürleri egemen kültür içinde eritmeyi amaçlayan çok yönlü uygulamalar yürütülmüştür. Burada çok önemli rolü olan politika, anadilde eğitimin yasaklanmasıdır. Ulus-devlet ideolojisine göre okul-kışla-üniversitelerde verilen eğitimler Kürt varlığına ciddi zararlar vermiştir. Artık Kürtler Kürt olduklarından utanır konuma gelmişlerdir. Son dönemde buna ilişkin geliştirilen yeni politika, dilin direk inkârı üzerinden değil, Kürt dilini kullanarak Kürtlerin sistemiçileşmesini sağlamaktır.  Bunun yanında Kürt kültürünü yozlaştırmak için kültür endüstrisi devreye girmiş, çok yönlü, yoğun bir saldırı altında bir kültürel yaşam söz konusudur.

Bir diğer sosyal politika Kürdistan’da fuhuş-uyuşturucu gibi toplumu yozlaştırmayı, bitirmeyi amaçlayan uygulamaların hızla yaygınlaştırılmasıdır. Bunda devletin destek ve teşviki çok açıktır.

Kürt toplumunun tarihsel-sosyal-politik özelliklerinden biri olan dinin etkisinin yoğunluğunu gören egemenlerin özelde 12 Eylül askeri darbesinden sonra yoğunca uyguladıkları bir diğer politika, dini kullanarak Kürtleri apolitikleştirmek, sistemiçileştirmek olmuştur. Burada demokrasi mücadelesi veren güçlerin dine yanlış yaklaşımlarının da etkisi olmuştur. Din, iktidarın toplumu “gütmek”, ehlileştirmek için kullandığı bir enstrümana dönüşmüştür. Halen Bingöl, Adıyaman, Bitlis, Urfa başta olmak üzere iktidarın aracı konumundaki tarikatların varlığı Kürt gerçeğiyle birlikte Anadolu’nun diğer halk ve kültürlerine karşı bir tehdit olmayı sürdürmektedir. Kürdistan’da demokratik modernite geleneğini temsil eden tarikatlar da az da olsa varlıklarını korumaktadırlar. Devletin din konusundaki politikalarını boşa çıkarmak açısından Kürdistan’ın dört bir yanında çoğunluğu bu medreselerde eğitim görmüş din adamları mevcuttur ve bu konuda önemli görevler üslenebilirler. Ancak bunların örgütlülükleri zayıftır.    

Kuzey Kürdistan'da soykırım politikalarının temel boyutlarından bir diğeri ise ekonomik alandaki soykırım politikalarıdır. Bu politikaların bir sonucu olarak Kürtlerin temel ekonomik faaliyeti olan hayvancılık bitme eşiğine gelmiştir. Halkın kendi iradesiyle ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde bu faaliyeti yürütecek imkânları elinden alınmış, bunun yerine devlet-özel sermaye-şirket ve kuruluşlarının egemenlikleri tesis edilmiştir.

Hayvancılıkta meraların kullanımı sırasında yaşanan sıkıntılar, yem bitkilerinin temini, hayvansal ürünlerin pazarlanması, örgütlenmenin yeterli seviyede olmaması, Bölge’deki işletmelerin halen düşük kapasitede ve aile işletmesi şeklinde sürdürülmesi, arazilerin parçalı yapıda olması, sulama sorunu, arazilerin kullanımının akılcı şekilde yapılmaması ve buna bağlı olarak emeğin üretimden aldığı payın düşük kalması gibi sorunlar halen devam etmektedir. Özelde 1993-97 yılları arasında yoğunlaşan köy boşaltmalarla hem hayvancılık hem tarım bitme eşiğine getirilmiş, milyonlarca Kürt vatansızlaştırılmış, mültecileştirilmiştir. Aynı zamanda Kürdistan ve Türkiye’deki köy-kent dengesi büyük bir darbe almıştır. Kente yerleşen köylüler ciddi sosyal-kültürel zorlanmalar yaşamış ve yaşamaktadırlar. Bununla birlikte devletin askeri operasyonlarının sonucu Kürdistan coğrafyası bir serseri mayın tarlasına dönmüş, kullanılan silahların etkisiyle ormanlar ciddi anlamda zarar görmüş, eşsiz Kürdistan doğası büyük oranda tahrip edilmiştir.

2000 yılına kadar açık yürütülen bu politikalar daha sonrasında çeşitli maskelerle yine aynı amaç doğrultusunda yürütülmektedir. Bu maskenin adı “bölgenin kalkınması ve bölgeye ekonomik destek”tir. Bu politikalar sonucunda serbest geleneksel tarım ve hayvancılık ekonomisi tasfiye edilmeye başlanmış, yerine modern endüstriyalist tarım ve hayvancılık kurulmaya başlanmıştır. Dışarıdan getirilen ve salt kârı amaçlayan kültür ırkı ve GDO’lu tohumlar aracılığıyla bölgeye has yerli ürünler ve hayvan cinsleri yok olmayla karşı karşıya bırakılmışlardır. Yerel-küçük ve orta ölçekli sermayeler her ilde yaratılmak istenen holdingler yoluyla bitirilmektedir. Kar ve ihracata dayalı üretim faaliyetleri halkın kendi ekonomisini örgütlemesinde de ciddi sorunlar yaratmaktadır. Ekonomik ve ekolojik soykırım politikalarından bir diğeri de baraj ve HES’ler yoluyla yürütülenlerdir. Baraj ve HES projelerinin yapım aşamasında yüzlerce köy boşaltılırken, yol açtıkları yıkımlar nedeniyle daha sonraki süreçte de göçler devam etmektedir.

Birkaç önemli örnek verirsek;

Keban barajı nedeniyle boşaltılan yüzlerce köy-mezra hakkında herhangi veri dahi ortada yoktur. Ilısu Barajı yapımı ile Amed, Sêrt, Şirnex, Mardîn illeri sınırları içerisinde kalan 95’i köy, 104’ü mezra ve ayrıca Êlih’e bağlı Heskêf ilçesini etkileyecektir. Ilısu projesinin gerçekleşmesi halinde 78 bin civarında insan köylerinden-yerlerinden olacak, yüz binden fazla insan da dolaylı biçimde etkilenecektir. Semsûr ili sınırları içindeki tarihi Samosat ilçesi ve yaklaşık 110 köy, Atatürk barajı nedeniyle boşaltılmış, göç daha sonraki süreçte de sürmüştür. İlin toplam nüfusu 2000 yılında 623.811 iken 2011 yılında 593.931’e düşmüştür. Birecik ve Karkamış barajlarının etkilediği Dîlok ilinin nüfusu 2000 yılında 1.285.249’dir. Toplam nüfus içerisinde köy nüfusu 276.123 iken 2011 yılında 1.753.596 olan nüfus içinde köy nüfusu 197.447’ye düşmüştür. 1976-1987 yılları arasında inşası tamamlanan Karakaya Barajı nedeniyle Amed iline bağlı onlarca köy boşaltılmıştır. Ancak doğru dürüst ne köylülere tazminat verilmiş ne de bu konu toplumsal anlamda gündeme getirilmiştir. Karakaya, Kral Kızı, Batman, Dicle, Atatürk ve Ilısu barajları 9 il, 17 ilçe ve yaklaşık 500 köyü ve toplam yaklaşık 300 bin insanı doğrudan etkilemiştir. Diğer baraj ve HES’lerle birlikte yüzlerce köy boşaltılmış, 2 milyon civarında insan, yerlerinden-yurtlarından göçertilmiştir.

Baraj ve HES projeleri nedeniyle köylülerin ellerindeki topraklar da alınmış, tarımsal arazilerin büyük kısmı sular altında kalmış, büyük ovalar ise devlet ve özel sermaye güçlerinin tekellerine alınmıştır. Arazilerin dağılımı konusunda öteden beri tesis edilmiş olan adaletsizlik, baraj-HES projelerine bağlı olarak daha da derinleştirilmiştir. Örneğin Urfa’da topraksız köylülerin genel içindeki oranı % 70 iken, son yıllarda bu oran % 90’lara çıkmış, ikinci olan Amed’de % 60 iken, % 82 gibi bir orana ulaşmıştır

Barajlarla, ulaşılmak istenen bir diğer önemli hedef de, tarımsal sulamanın kapitalistleştirilmesidir. T.C. sınırları içindeki sulanabilir 8.5 milyon hektar arazinin yaklaşık % 35’i Kürdistan coğrafyasındadır. Baraj projelerinin tamamlanması halinde, T.C. geneli toplam su potansiyelinin yaklaşık % 40’ı devlet ve özel sermaye tekellerinin kontrolüne alınacaktır. Barajlar, ekonomik yıkımla birlikte toplum-doğa açısından birçok yıkıma daha yol açmaktadırlar.

Son olarak vurgulanması gereken diğer bir boyut baraj ve HES’ler yoluyla Kürdistan’da gerçekleştirilen tarihi eserlerin yok edilmesidir. Bu yolla Kürt halkı tarihsiz, hafızasız bırakılmak istenmektedir.

Tüm bu uygulamalar karşısında Kuzey Kürdistan’da demokratik ulus zihniyeti ve bunun örgütlülüğü bir düzeye ulaşmıştır, ancak bu düzey zayıf ve yetersizdir. Hem genel Türkiye hem de Kürdistan özelinde sistemden ciddi anlamda rahatsız olan kitleler olmasına karşın bunları örgütleme düzeyi hem nicel hem de nitel anlamda zayıftır. Geçen yıl içinde gelişen Gezi olaylarında da çok somut görülen ciddi bir arayış ve istem olmasına rağmen buna öncülük edecek güç zayıftır. Bunun temel nedenlerinden biri devletli sistemin gayri meşruluğuna karşı olan bilinç zayıflığıdır. Bir diğer zayıflık da belli bir bilinç düzeyi olsa bile bunu doğru çizgide örgütleyememe durumudur. Pek çok toplumsal sorunun çözümü halen devletten beklenmektedir. Örgütlenme-inşa çalışmalarını sekteye uğratan diğer bir temel yanlış da demokratik siyasetin hak mücadelesinin sistem içi hukuk mücadelesi ekseninde yürütülmesidir. Hukukun güçlü ve egemen olanın meşruluğunu sağlayan bir araç olma gerçeğini görmeme durumu vardır. Demokratik siyasetin yaşadığı temel örgütlenme sorunlarından biri de bürokratik tarzı aşamamadır. Halkın kendi sorunlarını örgütlenerek çözme yerine kurulan bürokratik yapılarla, seçilen yönetimlerden çözüm beklemek kurulan örgütlenmelerin yumuşak karnıdır. Alanda pek çok meclisin üst örgütü DTK’nın olmasına rağmen komünlerin yeterince örgütlü olmaması ayaksız bir vücut durumunu ifade eder. Bunda demokratik siyaset alanındaki kadro ve çalışanların orta sınıfa mensubiyetlerinin ya da o anlayışa yatkın olmalarının payı büyüktür.

Siyasal alandaki bu yetersizliklerin yanında ekonomi ve kültür alanındaki saldırılara karşı öz güç ve öz kültüre dayalı örgütlenmelerin bir biriyle bağlantılı şekilde yürütülmemesi durumu da mevcuttur.

 

Güney Kürdistan

Güney Kürdistan kültürel açıdan esas olarak Behdinan ve Soran bölgeleri diye ikiye ayrılmaktadır. Bölgenin kuzeyinde bulunan Behdinan bölgesi KDP’nin kontrolündedir. Halkı, Kurmanci lehçesine yakın olan Behdini lehçesiyle konuşur. Bölgenin güney doğusunda bulunan Soran bölgesi ise YNK ve Goran kontrolündedir. Soranca konuşulur. Bölge insanı sosyal ve siyasi yapısı açısından sayıları 70-80 civarında bulunan aşiretler halinde yaşamaktadır.

Bu iki bölge halkı arasında yaratılmış bir çelişki ve ayrışma yıllardır varlığını korumaktadır. Güney Kürdistan’da Türkiye’dekine benzer bir idari teşkilatlanma vardır. İl, ilçe ve köyden oluşan idari birimlerin yöneticileri vali, kaymakam ve muhtardır. İl ve ilçelerdeki belediye başkanları, vali ve kaymakamların emrinde çalışmaktadırlar. Belediye başkanı parti tarafından atanmaktadır. Bu idari ve siyasi örgütlenme şemasına bakıldığında bile bölgede yaşanan antidemokratik sistem çok açık görülmektedir.

Güney Kürdistan’da bulunan İslami partilerinin çoğunluğu İran desteklidir. Aynı zamanda Suudi Arabistan ve Avrupa’dan destek alan İslami partiler de mevcuttur. Güney Kürdistan’da faaliyet gösteren Irak, Suriye, İran, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin açık destek verdiği Kürt ve komünist partiler, birbirlerinden küçük ayrılıklar gösterseler de “bağımsız bir Kürdistan devleti” ideallerine hizmet konusunda birleşmektedirler. Bu parçadaki Kürtler Irak ulus devletinin hâkimiyetinde yaşamışlardır. Devletlerin karakterlerinin farklılığından dolayı, Kuzey Kürdistan'dakinden farklı bir gerçekliğe sahiptirler. Bunda uluslararası güçlerin bölgeye biçtiği misyonun payı büyüktür. Irak ulus devletinin geç ve zayıf oluşumu, buradaki Kürtlerin varlıklarını sürdürmede avantaj sağlamıştır. Yaklaşık yüz yıllık bir süreçte on binlerce Kürt katledilmiştir. Enfal diye tanımlanan süreç bu katliamlardan bilinenlerindendir.  Bu sert ve yoğun soykırım uygulamaları karşısında Kürtler varolma yanı ağır basan bir direniş sergilemişlerdir.

3.Dünya Savaşı'yla uluslararası güçlerin menfaatlerine uygun olması dolayısıyla Kürtler federe nitelikte de olsa bir ulus-devletçik kurma şansını elde etmişlerdir. Fakat bu şans komşu ulus-devletler, hatta merkezî Irak ulus-devleti nazarında hep tehdit olarak algılanmakta ve ilk fırsatta tasfiyesi amaçlanmaktadır. Her iki durumda uluslaşmaya da, ulus olmaktan çıkmaya da açık kapı bırakan Irak Kürtlerinin varlık ve özgür yaşama sorunları devam etmektedir.

Bu varlık ve özgür yaşama sorunlarını açacak olursak, öncelikli olarak yaratılmak istenen kültüre değinmemiz gerekir. Güney Kürdistan’da suni bir burjuva kültür egemen kılınmak istenmektedir. Çok renkli olan toplumsal yapılanma ulus devletçik eliyle yapay iktidarların hizmetinde bir yapıya dönüştürülmek istenmektedir. Demokratik ulusal toplum yerine ulus-devletçiliği kutsal ütopyası sayan, demokratik olmayan, özgürlüğe ve eşitliğe kapalı, kadın düşmanı bir ulusal kültür âdeta tek toplumsal gerçeklikmiş ve onu da kendileri temsil edebilirlermiş gibi yapay bir hakikat algısı yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu yolla Kürtlerin varlıkları bu parçada yaratılmak istenen devletçiğe kanalize edilmekte, örnek-protip bir yapılanma yaratılmak istenmektedir. Bu şekilde bölge ulus devletlerinin terbiye ve kontrolünde var olan yapı bir sopa rolünü oynamaktadır. Bu yolla genel Kürtler açısından da varlıklarını koruma, özgürlüklerini sağlama hareketleri yerine öz gücüne dayanmayan dış güçlerden bekleyen bir gerçeklik yaratılmak istenmektedir. Böylelikle tarihsel pek çok örneği olan katliamlara her an açık bir gerçeklik sürekli yaşatılmak istenmektedir.

Farklı halklarla çelişkili durumla birlikte, bölge aşiretleri arasında da bir çelişki ve rekabet durumunu barındırmaktadır. Siyasal yönetimler, ekonomik etkinlikler demokratik işleyişe göre değil aşiretsel dengelere göre yürütülmektedir.

Güney Kürdistan’da yürütülen tüm bu politikaların yanında ekonomi politikaları da bölge halkının soykırımının devamı için kullanılan bir yöntemdir. Geçmişte Saddam tarafından Kürt köylüleri dağdaki köylerinden indirerek ordugâh denilen toplu yerleşim birimlerine yerleştirilmiş ve bu insanlara tarımsal üretim yapmaları durumunda kazanacakları paradan daha fazlasını maaş olarak verilmiştir.  Bu şekilde halk üretimden koparılmış, ekonomik yaşamı ciddi zarar görmüştür. Günümüzde de benzer politikalar uygulanmaktadır. Petrol karşılığı güney piyasasına yok pahasına sunulan binlerce ürün ülke pazarını ciddi anlamda tahrip etmekte, halkı üretimden koparmaktadır. Bununla birlikte iktidarın peşmergelik, memurluk maskesiyle on binlerce insana maaş bağlaması halkı salt bir tüketiciye dönüştürmektedir.

Güney Kürdistan’da uzun yıllar savaş ve mücadele ortamından sonra iktidarların mevcut durumu karşısında öfkeli bir halk gerçeği vardır. Siyasal iktidarın yolsuzluklarına karşı sabır kalmamıştır. Tabi diğer taraftan bu gerçeğin sonucu olarak siyasete güven sorunu da yaşanmaktadır. Yıllardır mücadeleye bilfiil katılmış, destek vermiş halkı örgütlemek, öncülük yapma konusunda bölgenin siyasal-sosyal alan kadrolarının halk içinde rahat çalışmasına sistem ciddi engeller çıkarmaktadır. Tabi bu durum yetersizliklerin gerekçesi değildir. Kadroların elit-bürokratik tarzı komün-meclis örgütlenmelerinin önündeki en büyük engeldir. Bunun yanında ön yargılı, iddiasız öncülüğün başarılı olamayacağı Güney Kürdistan pratiğinde görülmüştür.  

 Doğu Kürdistan

İran Devletinin egemenliğinde olan Doğu Kürdistan’da Kürt gerçekliğinde hâkim kültür dinsel ve mezhepsel olmaktan çok etnik ve kavmi niteliktedir. Şia kültürü içinde Farslar ve Azerilerin kavmi nitelikleri daha çok zayıflarken, resmi Şia kültürüne karşıtlıklarından ötürü Kürtler kavmi niteliklerini önemli ölçüde korumuşlardır. Buna karşılık Şia Kürtlerinin ve Kürtlerin en eski kültürel kollarından biri olan Lorların kavmi nitelikleri zayıflatılmış olup Şia kültürü içinde asimile olmaları söz konusudur. Ayrıca önemli bir nüfusa sahip olan Horasan Kürtleri Şia Kurmanc olup, yoğun asimile etme çabalarına ve siyasal açıdan etkisiz bir konuma düşürülmelerine rağmen, kimliklerini ve kültürlerini korumada ısrarlı davranmışlardır.

İran ulus-devletinin hâkimiyetindeki Kürdistan ve Kürt gerçekliğinin varoluş hali Türk ulus-devlet modelinkinden pek farklı değildir. Farklılık modernitelerinin farklı olmalarından kaynaklanmaktadır. Yaşadıkları farklı tarihsel ve toplumsal gerçeklikler uygulama modellerinde de biçimsel farklılıklara yol açmaktadır.

İran devleti anayasal olarak Kürtlerin varlığını kabul etmiş olsa da bu sadece göstermeliktir. Kürt kültürünün yaşanması konusunda da Türkiye ve Kuzey Kürdistan’a göre görünüşte farklı bir yapısı vardır. Devlet Kürt kültürünün yaşanmasına ciddi bir yasak koymuş gibi görünmemektedir. Ancak bu işin altında Acem kurnazlığı vardır. Kürt kültürü, dili reddedilmemekte, hatta anayasada isimleri bile geçmektedir. Ancak Kürtlerin merkezi oligarşinin onayı dışında her hangi bir siyasal örgütlenmeye gitme hakkı yoktur. Siyasal anlamda olmayan, kabul edilmeyen bir Kürt gerçeği vardır. En küçük siyasal bir eylem idam etmeye varan cezalandırmalarla karşılaşmaktadır. Bu da halkta bir sinme yaratmıştır.

Bölgede ulusal kurtuluş hareketi olarak tarihi bir geçmiş olsa da, bu amaçla hareket eden örgütlerin Kürt varlığının korunması ve zihniyet olarak varolmasında etkisi olmuştur. Ancak bu örgütlerin ideolojik-stratejik hata ve yoksunlukları sonucu olumsuz etkiler de yaratmıştır. Bu örgütlerin bir kısmı şimdi Avrupa ve Güney Kürdistan’da örgütlenme çalışmalarını halen sürdürüyor olsalar bile marjinal bir konumu aşma durumunda değildirler. Beklentileri ABD’nin İran'a olası müdahalesiyle açılacak alana yerleşmek, fırsatlara konmaktır. 

Doğu Kürdistan toplumsal yapısında en tahripkâr politikalardan biri “besic”tir. Besiclik yerel ajanlık ağıdır. Bu yolla halk arasında bir güven sorunu yaratılmaktadır. Aynı zamanda Besic'lere devletin yarattığı ekonomik özgünlükler yoluyla toplumun ekonomik yaşamı tahrip edilmektedir. Örneğin Besic sistemi yoluyla koruculuk ve kaçakçılık devlet kontrolünde yaygınlaştırılmakta, Serhat sınır boylarındaki kaçakçılar devletle işbirliği yapan tüccarlar haline getirilmektedir.

Kürtler üzerine uygulanan soykırım politikalarından biri de bölgenin doğal zenginliklerinin farklı yol-yöntemlerle başka alanlara aktarılma çalışmaları yoğunlaşmaktadır. İran devleti son yıllarda baraj ve HES yapımını yaygınlaştırmakta, Kürdistan’da halkın kendi bölgelerindeki su kaynaklarını kullanmasını engellemekte; bu suları kanallar, borular ve tünellerle Azeri bölgelerine götürmektedir.

İran devletinin, en etkili sömürü yöntemlerinden biri de halı dokumacılığını yaygınlaştırmaktır. Ancak son yıllarda halkta bu konuda ciddi bir bilinç gelişmiştir. Bununla bağlantılı olarak da İran devleti, köylerde ekonomik zemin ve imkân bırakmamaktadır. Örneğin, devletin bu politikaları neticesinde 2007 yılında sadece Salmas’ta 70-80 köy kendiliğinden boşalmıştır. Devlet bu durumun farkına vardığı için bölgede yaşanan göçlere ve farklı alanlarda Kürtlerin dağınık bir şekilde yaşamalarına her türlü müsamahayı göstermektedir. Halk içinde Kristal adlı uyuşturucunun kullanımını yaygınlaştırmaktadır.

İran devletinin ekonomik sahada Kürtlere yönelik uyguladığı politikalardan biri de Yarane uygulamasıdır. 2010 yılı Temmuz’unda başlatılan bu politikanın özünde yardım adı altında halkın devlete bağlanması esas alınmaktadır. Bu politika doğrultusunda İran devleti tarafından her aileye 50 bin tümen yardım verilmektedir. Ancak bunun karşılığında iç pazarda her şeyin fiyatı da yine aynı İran devleti tarafından arttırılmaktadır. Bir yandan verdiğini, diğer yandan daha katmerli bir şekilde geri almaktadır. Örneğin bu politikalardan önce bir torba un 6-7 bin tümenken, bu politikanın ardından 20-25 bin tümene çıkmıştır.

İran devletinin bir diğer ekonomi politikası kendi kontrolünde endüstriyalist çiftlikler ve üretim yerlerini yaygınlaştırmaya çalışmasıdır. Özellikle Soran bölgesinde devlet odaklı endüstriyalist tarım egemen hale getiriliyor. Örneğin çilek, mantar, hayvansal ürünlerin üretimlerinde bu politikalar izlenilmektedir. Fakat burada halkın bu üretime katılımı salt işçilik düzeyinde kalmaktadır.

Kürt kültürel yapısını en diri şekilde yaşayan Doğu Kürdistan halkı, ulusal bilinç konusunda da önemli bir düzeye sahiptir. İlkel milliyetçi örgütlerin geçmiş pratiklerinin toplumsal yapıda etkisi halen varlığını sürdürmekle birlikte arayış ve beklentileri yoğun olan, sisteme karşı rahatsızlıkları had safhaya gelmiş bir halk gerçeği vardır. Buna karşı bunu örgütleyecek örgütlenme yok denecek gibidir.

 

Rojava Kürdistan

Suriye devleti oligarşik-mezhepsel yapısı gereği Kürt soykırımının bir ayağı olarak rol oynamıştır. 1920'lerden beri normal bir süreç yaşamamış olan Suriye devleti Arap baharıyla birlikte yoğun bir karmaşa ortamına girmiştir. Yüz yıla yakın bir süredir Suriye toplumsal uzlaşıdan geçen bir anayasal sisteme sahip değildir.

Suriye’deki Kürtlerin önemli bir kısmı vatandaş bile değildir, hukuki açıdan yok hükmündedir. Geriye kalanların hiçbir yasal, kültürel, ekonomik, idari ve siyasi hakları yoktur. Kürtlerin durumu önce Fransa’nın mandater ve daha sonra Arap milli çıkarları gereği sömürge konumundan daha geri olup, varlıkları üzerinde inkâr, imha ve kültürel soykırım süreci başlatılmıştır. Hegemonik iktidarların denge hesaplarına göre bu statüko kısmi değişikliklerle ama sonuçta yoğunlaşarak günümüze kadar devam etmiştir.

Kürtler arasına Arapları yerleştirerek zamanla Kürtleri asimile etmeyle birlikte tarımsal araziyi de ele geçirmeyi amaçlayan Arap kemeri politikaları sonucu Kürtler birbirinden kopuk üç ayrı bölgede yaşamaktadırlar. Bunun dışında uygulanan çeşitli politikalar sonucu 250 bin civarında Kürt Şam’a, yüz binlerce Kürt de Suriye’nin Halep’e göç etmiştir.

Toprak reformunun yanı sıra 1962 yılında yapılan nüfus sayımı, bugünkü birçok sorunun temelini oluşturmuştur. Sayımın amacının, Türkiye ve Irak’tan yasa dışı yolla ne kadar Kürt’ün Suriye’ye geçtiğini tespit etmek olduğu belirtilmiş olmasına rağmen, asıl hedef tarımsal üretim yönünden zengin kuzeydoğu bölgesinin Araplaştırılmasıdır. Sayım sürecinde Kürtlere vatandaşlık kazanabilmeleri için en az 1935 yılından beri Suriye’de yaşadıklarını ispatlama zorunluluğu getirilmiştir. Bunu ispatlayamayan Kürtlerin vatandaşlığı ellerinden alınmıştır. Sonradan gelen farklı etnik unsurları ayırma iddiasıyla gerçekleşen sayımda yaklaşık 120.000 Kürt’ün vatandaşlığı kaldırılmıştır. Bu gün vatandaşlığı olmayan Rojavalı sayısı 350 bin civarıdır. Kürtlere yönelik soykırım politikalarından bir diğeri ise kültürel soykırımdır. Yıllardır Kürtçenin kullanımına ilişkin sınırlamalar hep var olmuş ve Kürtçe olan yer adları değiştirilmiştir.

Rojava’daki halkın büyük bir kısmı tarımla uğraşmaktadır. Afrin bölgesinde zeytin yetiştirilmektedir. Kürt nüfusunun yoğun olduğu Haseke Suriye’nin petrol kaynağı açısından tek ve en zengin bölgesidir. Ancak soykırım politikaları gereği bölgeye yatırım yapılmamış. Rojava dışında yaşayan pek çok Kürt metropollerde işçi olarak yaşamını sürdürmektedir. Bölgenin ekonomik potansiyeli bundan dolayı kullanılamamış, merkezi yönetimin tam tahakkümü geçerli olmuştur. Özellikle devlet tarım arazilerini mülkleştirmiş, kapitalistik anlamda da olsa üretime dönük fabrika, işletme türü yatırım yapmadığı gibi özel yatırıma da izin vermemiştir.

Bölgenin sahip olduğu ekonomik değerlere yönelik uygulanan temel politika ise; bunların işletilmesi karşılığında devlet bölgeye diğer tüketim malzemelerini aktarmıştır. Uzun yıllar boyunca bu durum devam etmiştir.

Afrin bölgesinde oldukça yaygın olan zeytincilikte ve Derik bölgesindeki tarımcılıkta bu durumu net görebilmek mümkündür. Burada ortaya çıkartılan ürünler devlet tarafından alınarak, bunların yerine bölgenin ihtiyacı olanlar verilmiştir. Burada bölge insanının ticari faaliyetlerinde bu şekilde bir sınırlama uygulanmıştır.

Bölgenin bir diğer ekonomik kaynağı ise yer altı zenginlikleridir. Özellikle Suriye geneline tekabül eden petrol yatakları ve rezervleri Derik’te bulunmaktadır. Petrol yataklarında da devlet kontrolü ve denetimi yaygın bir şekilde kullanılmış bu tür ekonomik işletmelerde Kürtlerin çalışan olarak bile yer almasına izin verilmemiştir.

Rêber APO'nun yirmi yılı aşkın süre Rojava Kürdistan’ında yürüttüğü örgütlenme çalışması sonucu Rojava halkı zihniyet ve örgütlülük anlamında ciddi bir düzey yakalamıştır. Arap baharıyla birlikte tüm Ortadoğu’da oligarşik yapılara karşı başlayan toplumsal hareketlilik sonucunda ortaya çıkan uygun şartları değerlendirmiş, Rojava bölgesinin demokratik özerkliğini ilan ederek tarihi bir adım atmıştır. Ne uluslararası güçlerin istemlerinin kuyrukçuluğunu yapmış, ne de devletten taraf olmuştur. Üçüncü çizgi diye tanımlanan politik strateji hattında tüm bölgesel ve uluslararası güçlerin saldırılarına rağmen adım adım özerkliğini inşa çalışmalarını sürdürmektedir.

Yoğun saldırıların altında yürütülen bu çalışmalarda hem geçmiş örgüt deneyimi hem de herhangi bir farklı iktidarın yokluğu ciddi bir komün-meclis örgütlenmesi zemini sunmaktadır. Bu alanda da çıkan sorun büyük düşünceyi örgütleyememe sorunudur. Öncülük sorunlarıdır. Somutlaştıramama, derinleştirememedir. Öncünün iktidarcı zihniyeti aşamaması sorunları komün-meclis örgütlenmesinin önündeki temel etkenlerdendir. Ancak mevcut haliyle bile Ortadoğu ve Dünya halkları açısından önemli bir model rolü oynadığı şimdiden söylenebilir.

 Maxmur

Kürt gerçeğini tanımlamaya çalıştığımız bu yazımızda Maxmur mülteci kampına özel olarak değinmek gerekiyor. Çünkü kamp halkı T.C.nin soykırım politikalarına karşı mültecileşmek zorunda kalmış ve yirmi yıla yakındır onca zorluğa rağmen net politik duruşunu sürdürmektedir.

Maxmur bir KCK birimi olarak yaşamını sürdürmekle birlikte, mülteciliğin vermiş olduğu sorunları yoğun olarak yaşamaktadır. Kalıcı olmayan bu yerleşimde ekonomik ve sosyal örgütlenme sorunları yaşanmaktadır. Binlerce kişi çevre kentlerde işçi olarak çalışmaktadır. Kürt halkına yönelik soykırım politikalarının birinci dereceden sorumlusu olan kapitalist sistemi aşacak çok yönlü, işlevli bir örgütlenme yaratılmış olduğu söylenemez. Bunun temel nedenlerinden biri bu çalışmayı yapmakla sorumlu olanların kampın sosyo-politik dengeleri bu mücadelenin önüne koyması ve örgütlenmenin kapitalist ideolojiye karşı gündelik yaşamda köklü değişiklik yaratmamasıdır. İskeleti yaratılmış bir örgütlenme sistemine sahip olmakla birlikte, belli bir politik ve ulusal bilince de sahip olan Maxmur kampı halkı tüm baskı ve farklı politikalara karşı direnişlerini sürdürmektedirler.

 

Çoğunluğu Avrupa’da olmak üzere çeşitli zamanlarda Kürdistan dışına göç etmiş milyonlarca Kürt vardır.  Türkiye’de Metropoller ve çeşitli kentlerde, Rusya ve BDT’de yoğunlaşan Kürtler dünyanın dört bir yanına çeşitli gerekçelerle göç etmişlerdir. Bir kısmı geçen yüz yıl Osmanlı'nın ve T.C.nin çeşitli politikalardan, bir kısmı Avrupa ülkeleri ile T.C. arasındaki hem soykırım politikalarıyla ilgili hem de kapitalist ülkelerin emek gücü ihtiyacını karşılamak için geliştirdikleri uygulamalar sonucunda diğer bir kısmı da 1980 yıllarında başlamış askeri-ekonomik-politik saldırılar sonucu gelişen göçlerdir. Yurtlarından koparılan Kürtler yaşadıkları yabancı diyarlarda çok farklı soykırım politikalarıyla karşı karşıyadırlar. Bir kısmı Kürtlüğünü unutmuş olsa da geri kalanlar için de özellikle yeni kuşaklar ciddi bir asimilasyon tehlikesi altındadır. Bu gerçeği engellemek ve tersine çevirmek için dünyanın dört bir yanında Kürt özgürlük hareketi öncülüğünde örgütlenen Kürtlerin durumunu da değerlendirmek gereklidir. Kültür merkezlerinden, derneklere, konfederasyonlara varan çeşitli kurumlar yoluyla örgütlenen Kürtler belli bir düzeyde demokratik ulus zihniyeti kazanmış olsalar da bunu somutlaştıracak, kapitalist sisteme alternatif demokratik ulusun cisimleşmesi olan işlevli örgütlenmeler yaratıldığı söylenemez. Genel eğilim “sivil toplumcu”, sistem içi politik örgütlenmeler yönündedir.

 Sonuç

Genel ve özel olarak ana hatlarıyla değerlendirdiğimiz Kürt gerçeğinin sonuç olarak değerlendirilmesi gereken boyutu, içinden geçilen politik süreçtir. Kürt gerçeğinin yerel boyutundan çok, yaşanan evrensel boyutla bağlantılı bir yapısının ve sorunsallığının olduğunu biliyor ve görüyoruz. Tüm dünyada kapitalizmin tüm kurumsal yapılarının sorgulandığı, alternatif arayışlarının yoğunlaştığı bir süreçten geçiliyor. Bu arayışlar ve yeniden yapılanmaların kilit noktası Ortadoğu’dur. Ortadoğu’da Kürtler en aktif politik güç olarak mücadelelerini sürdürmektedirler.

Özellikle vurgulanması gereken nokta kendi kaderi konusunda söz ve eylemde bulunmak için gereken hakikat algısının Rêber APO tarafından çok kapsamlı bir şekilde dile getirilmiş olması ve bunun kırk yıllık tecrübeye sahip bir örgütlülüğe sahip olma durumu vardır. Bu Kürtler açısından büyük bir avantajdır.

Ne siyasal durumun avantajı, ne en eski halk olma durumu, ne de kapitalizmin yaşadığı kaos tek başına sorunların çözümünün zeminidir. Hatta bunların hepsinin birlikte olması bile kendiliğinden bir çözüm yaratmaz. Büyük soykırım tehlikesi durumu devam etmektedir. Bu tehlike karşısında devrimci öncülük olmadan, aşkla, hırsla, ısrarla yürüyen bir hakikat yoldaşlığı olmadan başarı sağlanamaz.

Öncü, görevini doğru bir şekilde sahiplenirse kapitalist modernitenin yaşadığı kriz ortamında demokratik modernitenin yapısallığa kavuşmasının imkânı çok fazladır. İmkân fazladır ancak kolay değildir. Örgütsüz, mücadelesiz kazanılabilecek bir şey yoktur. Tüm anlattıklarımız Kürt gerçeğinin içinde bulunduğu çok yönlü kötü durumu ortaya koyuyor. Bu kötü durumu ortadan kaldırmak için örgütlenmek-örgütlemek ve aşkla mücadeleye yüklenmek şarttır.

“Açık ki, tüm bu etmenler göz önünde tutulduğunda, Kürt sorunundan çok Kürt kördüğümünden bahsetmek daha gerçekçidir. Nasıl ki İskender’in Gordion kördüğümünü kılıçla da olsa çözmesi tüm Asya’nın fethini mümkün kıldıysa, Kürt kördüğümünün çözümü de başta Ortadoğu’da olmak üzere tüm toplumların demokratik fethini ve özgür yaşama şansını mümkün kılacaktır

 

Kaynakça ve alıntılar:

Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak- Abdullah Öcalan

Komünal Ekonomi Broşürü- Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları